İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah’ı bulur. (Allah da) Onun hesabini tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)

29 Eylül 2007 Cumartesi

Dünyadan Yankılar: ABD Christian Science Monitor

Hıristiyanların ve Amerikalı muhafazakarların son derece itibar ettiği bir yayın olan The Christian Science Monitor gazetesi, 3 Ağustos 2007 tarihli sayısında Yaratılış Atlasını kapaktan haber yaptı. Uluslarası çapta dağıtımı olan ve günlük 100.000 tirajlı bu gazetedeki haber "İslami Yaratılışçı Grup, Dünya Çapında, Gösterişli Bir Yıldırım Saldırı Başlatıyor" başlığvile verildi. Aynı haberin yer aldığı internet sitesi ise, aylık 1.8 milyon gibi yüksek ziyaretçi sayısı ile dikkatleri çekiyor. Gazetede tam sayfa yer verilen haberde şu satırlar yer alıyor: "Türkiye’de herkesçe tanılan bir isim olan “Bilim Araştırma Vakfı" bugün Çince ve Svahili de dahil olmak üzere 59 dilde yayınladığı kitaplarını 80 ülkede dağıtıyor. Geçtiğimiz günlerde bir akşamüstü, İstanbul’un en kalabalık metro istasyonunda genç bir adam, gelip geçenleri yeraltı geçitindeki milyonlarca yıllık kafatası ve böceklerin sergilendiği “fosil sergisine" davet ediyordu. Ne var ki bu alışıldık bir bilimsel sergi değildi. Renkli bir posterde atın evrimi “masalı" yer alırken, bir diğerinde uçan dinozor resmi olan bir diğer poster, kuşların evrimininin “sahte" olduğunu ilan ediyordu. Sergi, artık Türkiye’de herkesçe tanınan ve İslami bir yaratılışçı grup olan Bilim Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen pek çok gezici sergiden bir tanesi. Şu günlerde grup Arapça, Çince, Svahili ve Polonyaca da dahil 59 dilde yayınlanan kitaplarını 80 ülkede dağıttığını bildiriyor. İstanbul Üniversitesi’nde moleküler biyoloji profesörü Haluk Ertan, "Türkiye, günümüzde İslam Dünyasında Yaratılışçılığın merkezi. Bu artık sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın problemi." diyor. Kendisi ülkede yaratılışçılığın yayılmasına karşı gelen bir avuç Türk bilim adamıdan bir tanesi.

Darwinistler Neleri Düşünmez

  • Darwinistler, dünyanın en hızlı işlem yapan insan yapımı bilgisayarları ortalama olarak saniyede 109 işlem yaparken, tesadüfen oluştuğunu iddia ettikleri beynin hızının aynı işlem için 1015 olduğunu düşünmezler
  • Darwinistler, tesadüflerin, hayranlık uyandıracak bir iletişim ağı kuracak şekilde sinir hücrelerini organize etmelerinin kesinlikle imkansız olduğunu düşünmezler
  • Savunma sistemi hücrelerinin antijen adı verilen bazı mikroplar ve yabancı maddelere karşı "antikor" adı verilen maddeler üreterek onları yok etmeye ya da çoğalmalarını önlemeye çalıştıklarını, bu antikorların sahip oldukları en önemli özelliğin doğada var olan yüz binlerce birbirinden farklı mikrobu tanıyıp, kendilerini onları yok etmeye yönelik olarak hazırlayabilmeleri olduğunu düşünmezler.
  • Darwinistler laboratuvarda oluşturularak insan vücuduna yerleştirilen yapay antijenleri bile tanıyan antikorlarn bulunduğunu düşünmezler
  • Darwinistler antikorların yabancıya karşı kullanılacak etkili silahları da anında tespit edip üretebildiklerini düşünmezler.
  • Darwinistler birkaç cm lik beyni basit sinir düğümlerinden oluşan kraliçe arının kendi iradesi ve aklıyla, petek hücrelerinin ne için inşa edildiğini kavraması ve bunları hiç birbirine karıştırmadan, en uygun yumurtlamayı yapmasının nasıl mümkün olduğunu düşünmezler.
  • Darwinistler insanın sahip olduğu böbreklerin, yaklaşık 10 cm büyüklüğünde, 100 gram ağırlığında olup, bedenimizin yaklaşık 1 milyondan fazla mikro arıtma tesisini bu 10 cm içinde barındırdığını ve bize hayat veren her şeyi taşıyan kanın, bu mikro arıtma tesislerinde sürekli olarak temizlendiğini, insanların dev makinelerle böbreklerin taklidini bile yapamadıklarını düşünmezler.
  • Darwinistler, insan vücudunda, ne zaman hücre üretilmesi gerektiği, ne zaman hücrenin yok edilmesi gerektiğinin insanın iradesi ve bilgisi dışında kusursuz bir zamanlama ve düzen içinde işlediğini düşünmezler.
  • Darwinistler, sinirler arası sıvıda yüzerek elektron taşıyan enzimlerin, şuurlu varlıklar olmadıkları halde kusursuzca sürdürdükleri iletim sisteminde, günün birinde mesajı ilgili yere götürmek yerine, rastgele dağıtmaya karar verseler, beyindeki bu karmaşanın tüm algı sistemini altüst edeceğini dış dünya ile olan bağlantıyı felce uğratacağını düşünmezler.
  • Darwinistler, kemikte yer alan osteoklast isimli hücrelerin, kemiğin biçimini ve boyunu değiştirmesi, kemik yüzeyindeki çıkıntıları küçültmesi, osteoklast kemikte yıkımlara yol açarken osteoblast hücrelerinin de iskeleti oluşturmak üzere kemik üretmeye başlamaları gibi kusursuz bir düzenin her insan kemik hücresi için geçerli olduğunu düşünmezler

Akciğerli Balıkların Evrim Masalı

Bilim ve Teknik dergisinin Şubat 2006 sayısında “Akciğerli Balıklar” başlıklı bir yazı yayınlandı. Bülent Gözcelioğlu’nun çeşitli evrimci yayınlardan derlediği yazıda, akciğerli balıklar tanıtılıyordu. Gözcelioğlu, sözkonusu yazısında akciğerli balıklarla ilgili evrim masallarına başvuruyor, bu balıkların sudan karaya geçen ilk omurgalılar olduklarını öne sürüyordu. Ancak gerek sudan karaya geçiş iddiası, gerekse akciğerli balıkların bu senaryoda oynadıkları varsayılan rol, sadece evrim teorisine körükörüne bağlılıktan ötürü benimsenen kabullerden ibarettir. Evrimciler bu iddialarını destekleyici hiçbir somut kanıt gösterememektedirler. Nitekim Bilim ve Teknik yazısına bakıldığında bu durum açıkça görülebilmektedir. Gözcelioğlu, balıkların havadaki oksjienden yararlanmak için sözde akciğerler geliştirdiği, yüzgeçlerin ise karada yürümeyi sağlamak için ayaklara dönüştüğü şeklinde masallar anlatmakta ancak bu iddialarına dair hiçbir fosil kanıt gösteremektedir. Bunun sebebi de açıktır: Böyle bir geçiş tamamen hayal ürünüdür ve bunu destekleyebilecek hiçbir bilimsel kanıt bulunmamaktadır. Tam aksine, bilimsel kanıtlar Gözcelioğlu’nun anlattığı masalları yalanlamaktadır. Akciğerli balıklarla ilgili evrimci masalların zayıflığı evrimci literatürde bile açıkça ve sıkça dile getirilen bir gerçektir. Akciğerli balıklar, havayla solunum yapabilen ve kuraklık döneminde hayret verici bir metabolik düzenleme ve yöntem sayesinde hayatta kalabilen canlılardır. Ortalama yirmi dakikada bir yüzeye çıkıp hava almak zorunda olan bu balıklar, kurak mevsimde suların çekilmesiyle birlikte, kendilerini çamurdan bir koza içine gömer ve bir tür "yaz uykusuna" girerler (aestivation). Metabolizmalarının son derece yavaşladığı bu dönem, yağmurlar tekrar başlayıncaya kadar aylar, hatta bazen yıllar boyu sürer. Bu canlılar bazı evrimcilerce sudan karaya sözde geçiş döneminden kalmış, yaşayan ara formlar olarak savunulmaktadır. Tamamen hayalgücüne dayalı bu evrim masalına göre, söz konusu balıklar Devonian döneminde, yaklaşık 300 milyon yıl kadar önce ortaya çıkan bir kuraklık yüzünden çok küçük su havuzlarına hapsolmuş ve bir havuzdan bir diğerine yürümeyi öğrenmişlerdir. Bazı evrimciler amfibilerin (ve dörtayaklıların) sözde atası olarak akciğerli balıkları göstermektedir. Ancak bu gözboyayıcı masalın bilimsel bulgular karşısında hiçbir değeri bulunmamaktadır. Amfibilerle, ataları oldukları öne sürülen akciğerli balıklar arasında hem iskeletsel hem de iç organsal açıdan büyük farklılıklar mevcuttur. Marshall C. ve Schultze H. P isimli araştırmacılar, Journal of Molecular Evolution dergisinde yayınlanan makalelerinde, "akciğerli balıkların (ve Coelacanth 'ın) morfolojik analizlerinin, dörtayaklıların (tetrapodların) muhtemel evrimlerini sadece karmaşaya sürüklediğini" yazmışlardır. (Marshall C. and Schultze HP. Journal of Molecular Evolution 35 (2): 93-101, 1992.) Proceedings of the Linnean Society dergisinde yayınlanan bir yazıda ise akciğerli balıkların -sağlam dayanaklara sahipmiş gibi yansıtılan- sözde evrimsel kökenlerinin içinde bulunduğu çıkmaz şöyle itiraf edilmiştir: "Akciğerli balıkların [evrimsel] kökeni, bildiğim diğer tüm ana balık gruplarda olduğu gibi , hiçbirşey üzerine sağlamca dayandırılmıştır." (E. White, "Presidential Address: A Little on Lungfishes," Proceedings of the Linnean Society ,177 (1966), sf 8) Moleküler biyolog Michael Denton, "Evrim: Kriz İçinde Bir Teori" isimli kitabında akciğerli balıkların evrimcilerce balıktan amfibiye bir geçiş formu gibi sunulduğunu ama akciğerli balıkların bireysel karakteristiklerinin "iki tip arasında hiçbir açıdan gerçekçi geçiş oluşturmadıklarını" yazmıştır. ("Evolution: A Theory in Crisis", Michael Denton, Adler and Adler: Bethesda, Maryland, 3. baskı. 1986, sf. 109) Fosil kayıtlarının da akciğerli balıklarla ilgili evrimci senaryolara darbesi ağırdır. Akciğerli balıklar yüz milyonlarca yıldır hiçbir değişim göstermemiştir ve bu canlılara ait fosiller günümüzde yaşayan örneklerinden farksızdır. Bu balıklarda akciğerlerin kademeli olarak geliştiği iddiasına dayanak gösterilebilecek tek bir fosil bulunmamaktadır. Bu durum bize, akciğerli balıkların evrim değil evrimsizlik kanıtı olabileceğini göstermektedir. Yukarıdaki gerçekler ışığında, akciğerli balığın evrimsel bir aşamayı temsil ettiği iddiasının sadece bir masaldan ibaret olduğu ortadadır. Aciğerli balıklarla ilgili evrimci senaryoları bilimsel gerçekler olarak yaygınlaştırmaya çalışmak, ama bu senaryo aleyhinde literatürde kolayca bulunabilecek itirafları göz ardı etmek... Bilim ve Teknik dergisinin, bu yazıda yaptığı tam olarak budur. Bu ise, körükörüne Darwinizm propagandasını bilim dışı masallarla yaygınlaştırma çabasından ibarettir. Akciğerli balıklar, diğer tüm canlılar gibi, en gelişmiş teknolojilerle dahi erişilemeyen üstünlükte komplekslikler sergilemektedirler. Ve diğer tüm canlılar gibi onlar da kusursuz yaratılış delilleridir. Balıkların günün birinde sudan karaya geçip kör tesadüflerin yardımıyla akciğerler ve ayaklar geliştirdiği iddiası bir hayalden ibarettir. Gerçek olan ise bu canlıları Yüce Allah’ın kusursuzca yaratmış olduğudur. Bilim ve Teknik yetkililerine modern bilimin doğruladığı bu gerçeği kabullenmelerini, köhne evrim teorisinin körükörüne savunuculuğuna son vermelerini tavsiye ediyoruz.

Akçer'den Seri Evrim Masalları

Focus dergisinin Nisan 2006 sayısında "Evrim geriye gitmez" başlıklı bir yazı yayınlandı. Araştırma görevlisi Sena Akçer'in imzasını taşıyan yazıda, yer bilimleri araştırmacısı Prof. Dr. Celal Şengör ile Paris Doğa Tarihi Müzesi'nde yapılan bir geziden fotoğraflar ve dinozorların kökeniyle ilgili evrimci iddialara yer veriliyordu. Bu canlıların doğa tarihiyle ilgili klasik hayali yorumların bir tekrarından ibaret olan bu iddialar aşağıda birer birer cevaplanmaktadır.
Kalça Kemiğindeki Değişim Aldatmacası
Sena Akçer yazısında sürüngenlerin kalça kemiklerinde önemli bir farklılaşma yaşandığını, ilkel sürüngenlerde ayaklar yanlara doğru açılırken dinozorlarda bunun yere düz ve sağlam basacak şekilde geliştiğini iddia etmektedir. Ancak Akçer'in bu iddiası hayali bir spekülasyondan ibarettir. Gerçekte kalçanın bir formdan diğerine evrimleştiğini gösteren hiçbir bilimsel kanıt bulunmamaktadır. Ayakların yana doğru açılmasını sağlayan kalça yapısı ile yere düz basmayı mümkün kılan kalça yapısı aslında morfolojik olarak iki izole noktadır. Akçer, hikayeleştirici bir anlatıma başvurmakta ve "farklılaşma", "gelişim" gibi kelimelerle bunlardan evrimsel bir masal üretmektedir. Dolayısıyla Akçer'in bu iddiası, bilimsel görünümüyle aldatıcı olan ancak gerçekte hayalgücü ve önyargıya dayanan bir spekülasyondan ibarettir. Harvard Üniversitesi'nden paleontolog Stephen J. Gould, evrimcilerin spekülatif iddiaları bilimsel gerçekler olarak yaygınlaştırmasnın yanıltıcılığını şu sözlerle itiraf etmiştir: "Evrim biyolojisi, anatomi ve ekolojiyi kayıtlandıran ve sonra hangi kemiğin neden o şekilde göründüğü ya da bu canlının neden orada yaşadığıyla ilgili tarihsel veya adaptasyonla ilgili açıklamalar üretmeye çalışan, spekülatif bir argüman şekliyle ciddi derecede engellenmiştir. Bilim adamları bu masalların hikaye olduğunu bilirler; maalesef, bunlar profesyonel literatürde fazlasıyla ciddi ve gerçeksel alınırlar. Daha sonra bunlar [bilimsel] 'gerçekler' haline dönüşür, popüler literatüre girerler." (Stephen Jay Gould, "Introduction," in Björn Kurtén, Dance of the Tiger: A Novel of the Ice Age (New York: Random House, 1980), xvii-xviii) Akçer'in bataklıklarda yaşayan ve dinozorlarla krokodillerin sözde akrabası theodontia'larla ilgili iddiası da aynı şekilde hayali bir hikayeden ibarettir. Akçer, Gould'un yukarıdaki sözlerinde dikkat çektiği gibi önce anatomiyi ve ekolojiyi (canlının yaşam alanını) kayıtlandırmakta sonra da iki ayaklılığa adaptasyon masalı anlatmaktadır: "Bataklıklarda yaşayan ve dinozorlarla krokodillerin akrabası olan theodontia'lar, karaya çıkıp ayakları uzadıktan sonra, bipedalizme (iki ayaklılık) geçtiler. Arka ayakları kısa olduğu için, hareket edebilmek için önceleri sürünmeleri gerekiyordu. Hızlı koşma denemelerinde ön ayaklar işe yaramadığı için sonunda ayağa kalktılar. arka ayakların uzamasıyla birlikte, enerji kullanımları, buna paralel olarak da vücut sıcaklıkları artış gösterdi. Eğer bir canlının bacakları kısa olursa, sürünerek hareket eder ve enerjisi bitince de hareket edemeyeceği için yatar." Gerçekte Akçer bu anlatımların hikayeden başka birşey olmadığını bilmektedir. Ancak ne var ki teorilerini savunmaya çalışan evrimcilerin elinde hayali hikayelerden daha güçlü anlatımlar bulunmamaktadır ve evrime olan körü körüne inançlarını savunmak için bunları kullanmayı bir zorunluluk olarak görmektedirler.
Sürüngenlerden Memelilere Geçiş Aşamaları Masalı
Akçer yazısında bir evrimci hikayeden bir diğerine serbestçe gezinmekte, imkansız senaryoları bir iki cümleyle masallaştırıp geçiştirivermektedir. Örneğin, sürüngenlerden memelilere olan hayali geçişin üç aşamalı olduğunu; önce kılların ortaya çıktığını, sonra ısı toplamak için bir kısım yardımcı organların geliştiğini ve son olarak kuşların ve dinozorların tüy geliştirdiğini öne sürmektedir. Gerçekte bunlar, bilimsel dayanaktan tümüyle yoksun, körü körüne benimsenmiş iddialardır. Bu iddialara dair birkaç bilimsel yayına göz atarak Akçer'in yorumlarının gerçekçilikten ne denli uzak ve dogmatik olduğunu kolayca görebiliriz.
a) Memeli Kıllarının Evrimi Aldatmacası
Memeli kılları, bir sap, kök ve foliküle (kılın derideki yuvası) sahip, özgün ve kompleks yapılardır. Evrimciler memeli kıllarının sürüngenlerin pullarından evrimleştiğini kabul etseler de bu ikisi hem çok farklı yapılardır hem de böyle bir evrimi haklı çıkarabilecek bilimsel ve paleontolojik kanıt yoktur. Kıllar fosillerde, özellikle de reçine içinde çok iyi korunmuş örneklere sahiptir. Ve bunlar günümüz memeli kıllarının tüm karakteristik özelliklerini sergileyen, hiçbir şekilde ara form izi taşımayan yapılardır. Nitekim "Evolution: A Theory in Crisis" (Evrim: Kriz içinde bir teori) kitabının yazarı ünlü moleküler biyolog Michael Denton da "Omurgalılarda kıl veya derideki herhangi başka bir yapı arasında geçiş formu olarak düşünülebilecek hiçbir yapı bilinmemektedir" diyerek bu gerçeğe işaret etmektedir. (Michael Denton, Evolution: A Theory In Crisis, 1986, s. 106)
b) Isı Toplamak İçin Yardımcı Organlar Aldatmacası
Sürüngenler soğuk kanlı, memeliler ise sıcak kanlı canlılardır. Memeliler enerjilerini kendi bedenlerinde muhafaza edebilir, sürüngenlerde olduğu gibi güneş ışığından sürekli beslenmeye gerek duymazlar. Hareketlilik, dolayısıyla metabolizma oranları açısından bu iki tip canlı belirgin farklılıklar sergiler. Farklı hormonal aktivitelere ve iç dengenin korunması için farklı fizyolojik sistemlere dayanırlar. Sürüngen soyundan bir canlının, daha sonradan memelilerde bulunan ve ısıyı muhafaza etmekle görevli olan herhangi bir organ geliştirdiğine dair de hiçbir bilimsel bulgu bulunmamaktadır. Nitekim Denton'ın yukarıdaki sözlerinden de anlaşıldığı gibi memelilerde vücut ısısını düzenleyen organlardan biri olan derinin hiçbir araformu bilinmemektedir. Dahası, sürüngenler yumurtlayarak, memeliler ise doğurarak yavrularlar. Memeliler plasenta ve kese olarak bilinen özgün ve kompleks doğum organlarına sahiptirler ve bunların sürüngen bir atadan başlayarak aşamalı olarak kazanıldığına dair hiçbir bilimsel kanıt bulunmamaktadır.
c) Kuşların ve Dinozorların Tüy Geliştirdiği Masalı
Akçer, hayal alemine oldukça derin bir dalış yapmış olmalıdır çünkü literatürde tüylerin kökeni hakkında belirtilen somut gerçeklere dahi gözlerini tümüyle kapadığı anlaşılmaktadır. Kuş tüyleri son derece kompleks olduğu için, böyle bir yapının evrimini gösteren birçok ara form bulunması gerekir. Ancak böyle bir ara geçiş formu bulunmamaktadır. Bu gerçek Nature dergisinde şöyle itiraf edilmektedir: "Tüyler kompleks yapılardır. Kuş fosili kayıtlarında aniden belirişlerinin açıklanması zordur, çünkü fosil kayıtlarında hiçbir ara geçiş yapısına rastlanmamıştır." (Xing Xu, Zhi-Lu Tang, Xiao-Lin Wang, "A therizinosauroid dinosaur with integumentary structures from China", Nature 399, 350 - 354 (1999)) Görüldüğü gibi Akçer, bilimsel bulguların koyduğu engelleri yok saymakta, evrime körü körüne bir inançla bağlı olduğunu göstermektedir. (Tüylerdeki indirgenemez komplekslik, bu yapıların evrimi senaryosunu imkansız kılmaktadır. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Darwinist Propagandanın Çürük temelleri: Kanatların İndirgenemez Kompleks Yapısı Evrimi Yalanlıyor - Kanatların İndirgenemez Kompleks Yapısı Evrimi Yalanlıyor)
Dogmatizmin Böylesi!
Akçer, körü körüne iddialar serisinin bir diğer halkasında kuşların evrimi senaryosuna kalça yapısı açısından bakmakta ve evrimcilerin, aleyhteki delilleri örtbas etmede ne kadar ısrarlı olduklarını, aleyhteki deliller ne kadar güçlü olursa olsun teorilerine bağlılıktan vazgeçmeyeceklerini göstermektedir. Evrimciler, kuşların theropod dinozorlar grubundan evrimleştiğini kabul etmektedirler. Ancak theropodlar, kalça anatomileriyle böyle bir evrimsel senaryoyu yalanlamakta, evrimciler adına bariz bir çelişki ortaya koymaktadırlar. Dinozorlar, kalça kemiklerinin yapısına göre iki temel gruba ayrılırlar: Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) ve Ornithischian (kuş-benzeri kalça kemerliler) grupları. Ornithischian grubundaki dinozorların kalça kemikleri kuşlara gerçekten çok benzerdir ve bu nedenle bu ismi almışlardır. Ancak diğer yönlerden kuşlara hiç bir benzerlik göstermezler. Bu yüzden evrimciler, theropodların dahil oldukları Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) dinozorlarını "kuşların atası" saymak zorunda kalırlar. Oysa, tanımdan da anlaşılacağı gibi, bu dinozorların kalça kemiği yapısı kuşlara benzerlik göstermemektedir. (Duane T. Gish. Dinosaurs by Design. Master Books, AR, 1996. s. 65-66) Dolayısıyla, evrimcilerce kuşların atası olarak gösterilen dinozor grubu, kalça yapısıyla bu iddianın lehinde değil aleyhinde bir kanıt oluşturmaktadır. Bakalım Akçer bu aleyhteki kanıt hakkında nasıl bir yorumda bulunmaktadır: Ornithischia, saurischia. Biri kuşlara diğeri sürüngenlere benzeyen bu iki türün kalça kemikleri birbirlerinden çok farklı. İşin ilginç yanı ise zaman içinde bugünkü kuşların, sürüngen kalçalılardan evrimleşmiş olması. Görüldüğü gibi Akçer iki kalça formunun farklılığını onaylamakta, ancak yine de evrim aleyhindeki bu durumu görmezden gelip "işin ilginç yanı" gibi bir ifadeyle konuyu geçiştirmeyi tercih etmektedir. "Nasıl olmuşsa olmuş, imkansız olan gerçekleşmiş" anlamına gelen bu sözler ise Akçer'in dogmatizminin vehametini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Gerçek Doğa Tarihi Yaratılışı Destekler Akçer'in Focus dergisinde yayınlanan yazısı, evrimcilerin yazdığı doğa tarihinin, gerçeklere rağmen ve görmek istedikleri gibi üretilmiş hayali bir masaldan ibaret olduğunu bir kez daha göstermektedir. İster dinozorlar, ister genel olarak sürüngenler, memeliler veya kuşlar olsun; canlı grupları arasında hiçbir geçiş formu bulunmamaktadır. Ve bunlar, sahip oldukları özgün yapılarla fosil kayıtlarında aniden ve kusursuz olarak ortaya çıkmaktadırlar. Oxford Üniversitesi Zoolojik Kolleksiyonlar Yöneticisi Tom Kemp, Fossils and Evolution (Fosiller ve Evrim) isimli 1999 basımı kitabında bu durumu şöyle kabul eder: Yeni canlı kategorileri hemen hemen tüm durumlarda fosil tabakalarında belirleyici karakteristikleri zaten mevcut olarak ve bilinen atasal grupları olmaksızın çıkar. (TS Kemp [Curator of Zoological Collections], Fossils and Evolution, Oxford University, Oxford Uni. Press, s.246, 1999) Bu sözler, fosil kayıtlarının yaratılışla uyumunu tüm gerçekliğiyle ortaya koymaktadır. Canlıların kademeli olarak gelişmemişler, Yüce Allah tarafından yoktan ve kusursuz olarak yaratılmışlardır. Evrim teorisi ise bu gerçeğin üstünü örtmek için bilimsel görünüme büründürülen bir aldatmacadan ibarettir. Akçer'i fosil kayıtlarının yaratılışı desteklediğini kabullenmeye ve evrim yanılgısına son vermeye davet ediyor, Focus dergisine de bu aldatıcı propagandaya son vermesi çağrısında bulunuyoruz.

Ağaçkakanın Kafatasındaki Mekanik Tasarım

Ağaçkakanlar, yuva yapmak ve yiyecek bulmak için ağaç kabuklarına seri vuruşlar yaparlar. Bazı ağaçkakanlar bir saniyede 15-20 vuruş yapar. Kuşun iki vuruşu arasındaki zaman farkı, bir saniyeden çok daha azdır. Kuşun gagası her ağaca çarptığında kafası büyük bir sarsıntıya uğrar. Fakat kiraz büyüklüğündeki beyni bu sarsıntılardan etkilenmez. Ağaçkakanın sırrı, boyun kaslarındadır. Vurmaya başlayınca, baş ve gaga tam bir doğru üzerine gelirler. En küçük bir sapma, beyinde yırtılma yapabilir. Bu denli hızlı bir vuruşun betona kafa atmaktan bir farkı yoktur. Kuşun beyninin hiçbir hasara uğramaması ise ancak olağanüstü bir tasarımla mümkündür. Bu üstün tasarımın sahibi ise alemlerin Rabbi Yüce Allah'tır. Rabbimiz, ağaçkakanları hayret uyandırıcı özelliklere sahip olarak yaratmış ve evrenin her noktasında olduğu gibi bu kuşlarda da kusursuz yaratma sanatının örneklerini göstermiştir. Kuşların büyük çoğunluğunda kafatası kemikleri birbirine yapışıktır. Gaga ise çenenin hareketiyle açılır. Oysa ağaçkakanlarda gaga ve kafatası, vuruş sırasında oluşan şoku emen süngerimsi bir madde ile birbirinden ayrılmıştır. Bu esnek madde, otomobil amortisörlerindekinden çok daha iyidir. Bu üstünlüğü, çok kısa aralıklarla oluşan şokları da emebilmesinden ileri gelir. Bu madde her vuruşta oluşan şoku emip bir sonraki şoku karşılayacak duruma gelebilir. Üstelik bunu saniyede 10'u aşan vuruşun yapıldığı şartlarda başarır. Bu madde modern teknolojinin geliştirdiği tüm benzerlerinden üstündür. Ağaçkakanın kafatası ve üst gagasının olağandışı bir yöntemle bağlanmış olması, her vuruşta beyninin bulunduğu bölümün gagadan uzaklaşmasını, böylece şok emici ikinci bir mekanizma oluşmasını sağlar. Tüm bu bilgiler, iman edenlerin imanlarının daha da güçlenmesine, pek çok insanın da iman etmesine aracı olan çok önemli yaratılış delilleridir. Ağaçkakanın yapısındaki mükkemmel tasarım, evrenin ve canlıların kör tesadüflerin eseri olamayacağını bir kez daha gözler önüne sermektedir.

22 Eylül 2007 Cumartesi

Darwinistler Neleri Düşünmez

  • Darwinistler Archaeopteryx’in tam gelişmemiş bir kuş olduğunu öne sürerken Archaeopteryx ile aynı dönemde hatta ondan daha erken dönemlerde kuşların yaşadığını düşünmezler.

  • Darwinistler canlılığın kör tesadüfler sonucu oluştuğunu iddia ederken ortalama büyüklükteki bir protein molekülünün tesadüfen oluşma ihtimalinin 10300'de bir ihtimal olduğunu düşünmezler.

  • Darwinistler işlev gören bir proteinin tesadüfen oluşması için ise 10950'de bir ihtimal gerektiğini hiç düşünmezler.

  • Darwinistler bu ihtimalleri değerlendirirken, matematikte 1050'de 1'den küçük ihtimallerin pratikte "sıfır ihtimal" kabul edildiğini düşünmezler

  • Darwinistler 19. yüzyıl teknolojisi ile su dolu bir balon olarak gördükleri ve tesadüfen oluştuğunu iddia ettikleri hücrenin bilim adamlarının benzetmesiyle, New York şehri kadar kompleks bir yapıya sahip olduğunu düşünmezler.

  • Darwinistler milimetrenin 100'de biri büyüklüğünde olan hücrelerimizin içindeki "mitokondri" isimli enerji santralinin, bir petrol rafinerisinden ya da bir hidroelektrik santralinden daha kompleks olduğunu düşünmezler.

  • Darwinistler şuursuz tesadüfler sonucu oluştuğunu iddia ettikleri insanın 100 trilyon hücresinin her birinde mevcut olan DNA moleküllerinden tek bir tanesinde bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak bilgi bulunduğunu düşünmezler.

  • Darwinistler gözün tesadüfen meydana geldiğini öne sürerken indirgenemez komplekslikte bir organ olduğunu ve 40 temel parçasının hepsinin bir arada var olmadan ve uyum içinde çalışmadan işlevini yerine getiremediğini bunun da evrim teorisinin iddialarını ortadan kaldırdığını düşünmezler.

  • Darwinistler insan gözünün en gelişmiş kameradan çok daha gelişmiş bir görüntü ve netlik sağladığını düşünmezler.

  • Darwinistler insan beynindeki her bir nöronun diğer nöronlarla binden 10 bine kadar bağlantı yaptıklarını (sinaps), bunun bir nöronun aynı anda 10 bin farklı nöronla iletişim kurabilir anlamına geldiğini ve insan beyninin içindeki sinapsların sayısının 1 katrilyon olduğunu ve bunun da yaklaşık 1.000.000.000.000.000 haberleşme demek olduğunu, bunun tesadüfen oluşmasının imkansız olduğunu düşünmezler.

BİLİM TARİHİNİN EN BÜYÜK SAHTEKARLIĞI: EVRİM TEORİSİ

Bilim tarihi her zaman çesitli sahtekarlıklara sahne olmuştur. Bulduğu ilaçla kötürümleri yürüteceğini, saçsızlarda saç çıkaracağını iddia edenler, tüm hastalıkları iyi edeceğine halkı inandıran Mesmer ya da Rasputin gibi şarlatanlar…
Bu ünlü sahtekarların dışında zaman zaman gazetelere konu olan, başkasının tezini çalarak kariyer sahibi olmaya çalışmak gibi daha küçük çaplı sahtekarlıklar da vardır.
Ancak bilim tarihindeki sahtekarlıkların en büyükleri şüphesiz evrimcilere ait olanlardır. Evrimcilerin yaptıkları sahtekarlıkları diğerlerinden ayıran en önemli fark, evrimcilerin sahtekarlıklarının sistematik bir yapıya sahip olması ve kollektif hilelere, yanıltmalara, saptırmalara başvurmalarıdır. Bunlar, evrim teorisinin ortaya atılmasından bugüne kadar defalarca ve son derece profesyonelce düzenlenmiştir.
Bu yazıda evrimcilerin yapmış oldukları sahtekarlıklardan bazılarını inceleyeceğiz. Ama daha önce yanıtlanması gereken bir soru var: Neden Darwinizm'in tarihi böylesine sahtekarlıklarla doludur?
Çünkü evrim teorisini savunmanın başka herhangi bir yolu yoktur. Bilimsel bulgular evrimi çürüttüğüne göre geriye tek yol olarak sahtekarlıklara başvurmak kalır. Ya bulgular gizlenir veya imha edilir, ya da bunlar çarpıtılarak sanki evrim teorisini destekliyorlarmış gibi gösterilir. Halk bu konular hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olmadığı için de, bu sahte delillere bakarak, evrimi ispatlanmış bir teori zanneder. İşte tamamen dayanaksız olan evrim teorisini ayakta tutabilmek için yapılabilecek yagane çaba ancak bunlar olacaktır...
Şimdi bilim tarihinin yüz karası olarak tarihe geçen bu evrim sahtekarlıklarını inceleyelim.
Evrimcilerin en önemli propaganda yöntemi: Rekonstrüksiyonlar, sahte vehayali çizimler

Evrimciler, teorilerini destekleyecek bilimsel deliller bulma konusunda başarısız olsalar da, bir konuda oldukça başarılıdırlar: Propaganda Bu propagandanın en önemli unsuru ise "rekonstrüksiyon" adı verilen sahte çizimlerdir.
Rekonstrüksiyon "yeniden inşa" demektir ve sadece bir kemik parçası bulunmuş olan canlının resminin ya da maketinin yapılmasıdır. Gazetelerde, dergilerde, filmlerde gördüğünüz "maymun adam"ların her biri birer rekonstrüksiyondur.
Ancak insanın kökeni ile ilgili fosil kayıtları çoğu zaman dağınık ve eksik oldukları için, bunlara dayanarak herhangi bir tahminde bulunmak, bütünüyle hayal gücüne dayalı bir iştir. Bu yüzden evrimciler tarafından fosil kalıntılarına dayanılarak yapılan rekonstrüksiyonlar, tamamen evrim ideolojisinin gereklerine uygun olarak tasarlanırlar. Harvard Üniversitesi antropologlarından David Pilbeam, "benim uğraştığım paleoantropoloji alanında daha önce edinilmiş izlenimlerden oluşmuş teori, daima gerçek verilere baskın çıkar" derken bu gerçeği vurgular. İnsanlar görsel yoldan daha kolay etkilendikleri için amaç onları, hayal gücüyle rekonstrüksiyonu yapılmış yaratıkların geçmişte gerçekten yaşadığına inandırabilmektir.
Burada bir noktaya dikkat etmek gerekir: Kemik kalıntılarına dayanılarak yapılan çalışmalarda sadece eldeki objenin çok genel özellikleri ortaya çıkarılabilir. Oysa asıl belirleyici ayrıntılar, zaman içinde kolayca yok olan yumuşak dokulardır. Evrime inanmış bir kimsenin bu yumuşak dokuları istediği gibi şekillendirip ortaya hayali bir yaratık çıkarması çok kolaydır. Harvard Üniversitesi'nden Earnst A. Hooten bu durumu şöyle açıklar:
"Yumuşak kısımların tekrar inşası çok riskli bir girişimdir. Dudaklar, gözler, kulaklar ve burun gibi organların altlarındaki kemikle hiçbir bağlantıları yoktur. Örneğin bir Neandertal kafatasını aynı yorumla bir maymuna veya bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanların kalıntılarına dayanarak yapılan canlandırmalar hemen hiçbir bilimsel değere sahip değillerdir ve toplumu yönlendirmek amacıyla kullanılır... Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla güvenilmemelidir."
Evrimciler bu konuda o denli ileri gitmektedirler ki, aynı kafatasına birbirinden çok farklı yüzler yakıştırabilmektedirler. Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon, bunun ünlü bir örneğidir.
Fosillerin taraflı yorumlanması ya da hayali rekonstrüksiyonlar yapılması, evrimcilerin aldatmacaya ne denli yoğun biçimde başvurduklarını gösteren deliller arasında sayılabilirler. Ancak bunlar, evrim teorisinin tarihinde rastlanan bazı somut sahtekarlıklarla karşılaştırıldıklarında, yine de çok sıradan kalmaktadırlar.
Medyada ve akademik kaynaklarda sürekli olarak telkin edilen "maymun insan" imajını destekleyecek hiçbir somut fosil delili yoktur. Evrimciler, ellerine fırça alıp hayali yaratıklar çizerler, ama bu canlıların fosillerinin olmayışı, onlar için büyük bir sorundur. Bu sorunu "çözmek" için kullandıkları ilginç yöntemlerden biri ise, bulamadıkları fosilleri "üretmek" olmuştur. Bilim tarihinin en büyük skandalı olan Piltdown Adamı, işte bu yöntemin bir örneğidir.

Toplama kemiklerle oluşturulan "sözde ata": Piltdown Adamı

Ünlü bir doktor ve aynı zamanda da amatör bir paleontolog olan
Charles Dawson, 1912 yılında, İngiltere'de Piltdown yakınlarındaki
bir çukurda, bir çene kemiği ve bir kafatası parçası bulduğu iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemiği maymun çenesine benzemesine rağmen, dişler ve kafatası insanınkilere benziyordu. Bu örneklere "Piltdown Adamı" adı verildi, 500 bin yıllık bir tarih biçildi ve çeşitli müzelerde insan evrimine kesin bir delil olarak sergilendi. 40 yılı aşkın bir süre, üzerine birçok bilimsel makaleler yazıldı, yorumlar ve çizimler yapıldı. Dünyanın farklı üniversitelerinden 500'ü aşkın akademisyen, Piltdown Adamı üzerine doktora tezi hazırladı. Ünlü Amerikalı paleoantropolog H. F. Osborn da 1935'te British Museum'u ziyaretinde, "doğa sürprizlerle dolu; bu, insanlığın tarih öncesi devirleri hakkında önemli bir buluş" diyordu.
1949'da ise British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yaş belirleme metodu olan "flor testi" metodunu, eski bazı fosiller üzerinde denemek istedi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme yapıldı. Sonuç çok şaşırtıcıydı. Yapılan testte Piltdown Adamı'nın çene kemiğinin hiç flor içermediği anlaşıldı. Bu, çene kemiğinin toprağın altında birkaç yıldan fazla kalmadığını gösteriyordu. Az miktarda flor içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıllık olmalıydı.
Flor metoduna dayanılarak yapılan sonraki kronolojik araştırmalar, kafatasının ancak birkaç bin yıllık olduğunu ortaya çıkardı. Çene kemiğindeki dişlerin ise suni olarak aşındırıldığı, fosillerin yanında bulunan ilkel araçların ise çelik aletlerle yontulmuş adi birer taklit olduğu anlaşıldı. Weiner'in yaptığı detaylı analizlerle bu sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak ortaya çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaşında bir insana, çene kemiği de yeni ölmüş bir orangutana aitti! Dişler, insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmişti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmişti. Bu lekeler, kemikler aside batırıldığında kayboluyordu. Sahtekarlığı ortaya çıkaran ekipten Le Gros Clark "dişler üzerinde yıpranma izlenimini vermek için, yapay olarak oynanmış olduğu o kadar açık ki, nasıl olur da bu izler dikkatten kaçmış olabilir?" diyerek şaşkınlığını gizleyemiyordu. Tüm bunların üzerine "Piltdown Adamı", 40 yılı aşkın bir süredir sergilenmekte olduğu British Museum'dan alelacele çıkarıldı.
"Nebraska Adamı" diye tanıttıkları diş, bir domuza ait çıktı!

1922'de, Amerikan Doğa Tarih Müzesi müdürü Henry Fairfield Osborn, Batı Nebraska'daki Yılan Deresi yakınlarında, Plieocen Dönemi'ne ait bir azı dişi fosili bulduğunu açıkladı. Bu diş, iddiaya göre, insan ve maymunların ortak özelliklerini taşımaktaydı. Çok geçmeden konuyla ilgili çok derin bilimsel tartışmalar başladı. Bazıları bu dişi Pithecanthropus erectus olarak yorumluyorlar, bazıları ise bunun insana daha yakın olduğunu söylüyorlardı. Büyük tartışmalar yaratan bu fosile "Nebraska Adamı" adı verildi. "Bilimsel" ismi de hemen üretildi: Hesperopithecus haroldcooki.
Birçok otorite Osborn'u destekledi. Bu tek dişe dayanılarak Nebraska Adamı'nın kafatası ve vücudunun rekonstrüksiyon resimleri çizildi. Hatta daha da ileri gidilerek Nebraska adamının, eşinin ve çocuklarının doğal ortamda ailece resimleri yayınlandı.
Bütün bu senaryolar tek bir dişten üretilmişti. Evrimci çevreler bu "hayalet adamı" o derece benimsediler ki, William Bryan isimli bir araştırmacı, tek bir azı dişine dayanılarak bu kadar peşin hükümle karar verilmesine karşı çıkınca, bütün şimşekleri üzerine çekti.
Ancak 1927'de iskeletin öbür parçaları da bulundu. Bulunan yeni parçalara göre bu diş ne maymuna ne de insana aitti. Dişin, Prosthennops cinsinden yabani Amerikan domuzunun soyu tükenmiş bir türüne ait olduğu anlaşıldı. William Gregory, bu yanılgıyı duyurduğu Science dergisinde yayınladığı makalesine şöyle bir başlık atmıştı: "Görüldüğü kadarıyla Hesperopithecus ne maymun ne de insan." Sonuçta Hesperopithecus haroldcooki'nin ve "ailesi"nin tüm çizimleri alelacele literatürden çıkarıldı.

Ernst Haeckel'in Sahte Çizimleri
19. yüzyılın sonlarında Ernst Haeckel isimli evrimci bilim adamı "Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır" (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) olarak ifade edilen ve Rekapitülasyon teorisi olarak anılan bir teori ortaya attı.
Haeckel tarafından öne sürülen bu teori, canlı embriyolarının gelişim süreçleri sırasında, sözde atalarının geçirmiş oldukları evrimsel süreci tekrarladıklarını iddia ediyordu. Örneğin insan embriyosunun, anne karnındaki gelişimi sırasında önce balık, sonra sürüngen özellikleri gösterdiğini, en son olarak da insana dönüştüğünü öne sürüyordu.
Oysa ilerleyen yıllarda bu teorinin tamamen hayal ürünü bir senaryo olduğu ortaya çıkmıştır. İnsan embriyosunun ilk dönemlerinde ortaya çıktığı iddia edilen sözde "solungaçların", gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcı olduğu anlaşılmıştır. Embriyonun "yumurta sarısı kesesi"ne benzetilen kısmının da gerçekte bebek için kan üreten bir kese olduğu ortaya çıkmıştır. Haeckel'in ve onu izleyenlerin "kuyruk" olarak tanımladıkları kısım ise, insanın omurga kemiğidir ve sadece bacaklardan daha önce ortaya çıktığı için "kuyruk" gibi gözükmektedir.


Bunlar bilim dünyasında herkesin bildiği gerçeklerdir. Evrimciler de bunu kabul ederler. Neo-Darwinizm'in kurucularından George Gaylord Simpson, "Haeckel evrimsel gelişimi yanlış bir şekilde ortaya koydu. Bugün canlıların embriyolojik gelişimlerinin geçmişlerini yansıtmadığı artık kesin olarak biliniyor" diye yazar. American Scientist'te yayınlanan bir makalede ise şöyle denmektedir:
"Biyogenetik yasası (Rekapitülasyon Teorisi) artık tamamen ölmüştür. 1950'li yıllarda ders kitaplarından çıkarıldı. Aslında bilimsel bir tartışma olarak 20'li yıllarda sonu gelmişti."
New Scientist dergisindeki 16 Ekim 1999 tarihli bir makalede ise şunlar yazılıdır:
Haeckel, teorisini "biyogenetik yasa" olarak adlandırdı ve bu düşünce kısa zamanda "rekapitülasyon" olarak popülerleşti. Gerçekte ise, Haeckel'in keskin yasasının yanlış olduğu yakın bir zaman sonra gösterildi. Örneğin, erken insan embriyosunun hiç bir zaman bir balık gibi solungaçları yoktur ve embriyo hiç bir zaman erişkin bir sürüngene ya da maymuna benzer evrelerden geçmez.
Bu konu ile ilgili asıl nokta ise, Ernst Haeckel'in aslında ortaya attığı teorisini desteklemek için çizim sahtekarlıkları yapmış olmasıdır. Haeckel, balık ve insan embriyolarını birbirine benzetebilmek için sahte çizimler yapmıştır. Bunun ortaya çıkmasından sonra yaptığı savunma ise, diğer evrimcilerin de benzeri sahtekarlıklar yaptığını belirtmekten başka bir şey değildir:
"Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yanyana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor."
Ünlü bilim dergisi Science da, 5 Eylül 1997 tarihli sayısında, Haeckel'in embriyo çizimlerinin bir sahtekarlık ürünü olduğunu açıklayan bir makale yayınlamıştır. "Haeckel'in Embriyoları: Sahtekarlık Yeniden Keşfedildi" başlıklı yazıda şöyle denmektedir:
"Londra'daki St. George's Hospital Medical School'dan embriyolog Michael Richardson, '(Haeckel'in çizimlerinin) verdiği izlenim, yani embriyoların birbirine çok benzedikleri izlenimi yanlış' diyor... O ve arkadaşları Haeckel'in çizdiği türdeki ve yaştaki canlıların embriyolarını yeniden inceleyerek ve fotoğraflayarak kendi karşılaştırmalarını yapmışlar. Richardson, "Anatomy and Embryology" dergisine yazdığı makalede, 'embriyolar çoğu zaman şaşırtıcı derecede farklı görünüyorlar' diye not ediyor."
Haeckel'in, embriyolorı benzer gösterebilmek için, bazı organları kasıtlı olarak çizimlerinden çıkardığını ya da hayali organlar eklediğini bildiren Science dergisi, yazının devamında şu bilgileri vermektedir:
"Richardson ve ekibinin bildirdiğine göre, Haeckel sadece organlar eklemek ya da çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda farklı türleri birbirlerine benzer gösterebilmek için büyüklükleri ile oynamış, bazen embriyoları gerçek boyutlarından on kat farklı göstermiş. Dahası Haeckel farklılıkları gizleyebilmek için, türleri isimlendirmekten kaçınmış ve tek bir türü sanki bütün bir hayvan grubunun temsilcisi gibi göstermiş. Richardson ve ekibinin belirttiğine göre, gerçekte birbirlerine çok yakın olan balık türlerinin embriyolarında bile, görünümleri ve gelişim süreçleri açısından çok büyük farklılıklar bulunuyor. Richardson '(Haeckel'in çizimleri) biyolojideki en büyük sahtekarlıklardan biri haline geliyor' diyor.
Science'taki makalede, Haeckel'in bu konudaki itiraflarının bu yüzyılın başından itibaren her nasılsa, örtbas edildiği ve sahte çizimlerinin ders kitaplarında bilimsel gerçek gibi okutulmaya başlamasından da şöyle söz edilmektedir: "Haeckel'in itirafları, çizimlerinin 1901'de "Darwin and After Darwin" isimli bir kitapta kullanılmasından sonra ortadan kayboldu. Ve çizimler, ingilizce biyoloji ders kitaplarında geniş çaplı olarak çoğaltıldı."
Kısacası, Haeckel'in çizimlerinin bir sahtekarlık olduğu henüz 1901 yılında ortaya çıkmış, ama tüm bilim dünyası bu çizimlerle bir asır boyunca aldatılmaya devam etmiştir.
Sonuç
Evrim teorisini desteklemek uğruna yapılan bu tüm bu bilimsel sahtekarlıklar ya da önyargılı değerlendirmeler, bu teorinin bilimsel bir açıklamadan ziyade, bir tür ideoloji olduğunu göstermektedir. Her ideolojinin olduğu gibi, bu ideolojinin de fanatik taraftarları vardır ve bunlar evrimi her ne pahasına olursa olsun ispatlama çabası içindedirler. Ya da teoriye o denli dogmatik bir biçimde bağlanmışlardır ki, ellerine geçen her bulguyu, evrimle hiçbir ilgisi olmasa da, teorinin büyük bir kanıtı olarak algılamaktadırlar. Bu kuşkusuz bilim adına üzücü bir tablodur; çünkü bilim dünyasının temelsiz bir dogma uğruna yanlış yönlendirildiğini gösterir.
İskandinav bilim adamı Søren Løvtrup ise Darwinism: The Refutation of a Myth adlı kitabında bu konuda şöyle demektedir:
"Sanırım herkes, bir bilim dalının tamamının yanlış bir teoriye bağımlı hale gelmesinin çok büyük bir şanssızlık olacağını kabul edecektir. Ancak biyolojide yaşanan şey tam da budur: Uzun bir zamandır insanlar evrimsel konuları Darwinistik kavramlarla tartışıyor, "adaptasyon", "seleksiyon basıncı" ya da "doğal seleksiyon" gibi kavramlarla. Sonra da bu tartışmalarla doğal olayların açıklanmasına katkıda bulunduklarını sanıyorlar. Ama gerçekte hiçbir katkı sağlamıyorlar... İnanıyorum ki, Darwinizm efsanesi bir gün bilim tarihindeki en büyük aldanış olarak tanımlanacaktır.


KAİNATTAKİ KUSURSUZLUK TESADÜF DEĞİL





Evrimciler İnsan ile Maymun Arasındaki Büyük Genetik Farkı İtiraf Etti

Uzun zamandır evrimciler, "insanlar ve şempanzeler arasında sadece % 1'lik bir genetik farklılık vardır" iddiasıyla evrim propagandası yapıyorlardı. İnsan ve şempanze genleri arasında kesin bir karşılaştırma yapılmamış olmasına rağmen, Darwinist ideoloji onları bu iki tür arasında çok küçük bir farklılık olduğunu varsaymaya yöneltiyordu.
Yapılan yeni bir araştırma ise, evrimcilerin bu konudaki propagandalarının -tıpkı diğerleri gibi- yanlış olduğunu gösteriyor. Araştırmada, evrimci yayınlarda iddia edildiği gibi insanlar ve şempanzelerin genetik yapısının "99% benzer" olmadığı ve genetik benzerliğin %95 ten öteye gitmediği belirtiliyor. CNN'in web sayfasında 25 Eylül 2002 tarihinde yayınlanan "Humans, chimps more different than thought"(İnsanlar, şempanzeler düşünüldüğünden daha farklı)" başlıklı yazıda bu araştırmanın sonuçları şöyle haber veriliyor:
Yapılan yeni genetik araştırmaya göre, insanlar ve şempanzeler arasında bir zamanlar inanıldığından çok daha fazla farkılık var.
Biyologlar uzun bir süre şempanzelerin ve insanların genlerinin %98.5 benzer olduğunu savundular. Ancak California Institute of Technology'den bir biyolog, bu hafta yayınlanan çalışmada, genleri karşılaştırmak için kullanılan yeni bir yöntemin insanlar ve maymunların arasındaki genetik benzerliğin yalnızca %95 oranında olduğunu gösterdiğini açıkladı.
Araştırma, insan DNA zincirindeki 3 milyon baz çiftinden 780.000 tanesini şempanzelerinki ile karşılaştıran bir bilgisayar programına dayanıyordu. Daha önceki araştırmacıların bulduklarından daha fazla birbirine benzemeyen bölüm buldu ve DNA bazlarının en az % 3.9 oranında farklı olduğu sonucuna varıldı.
Bu durum onu, türler arasında yaklaşık %5 oranında genetik bir farklılık olduğu sonucuna götürdü..
(1)
Darwinizm'e olan koyu bağlılığı ile tanınan İngiliz bilim dergisi New Scientist de aynı konuyu 23 Eylül 2002 tarihli internet haberinde "Human-Chimp DNA Difference Trebled" (İnsan-Şempanze Genetik Farkı Üç Katına Çıktı" başlığıyla haber yaptı:
İnsan ve şempanze DNA'ları arasında yapılan yeni karşılaştırmalara göre, eskiden düşünüldüğünden daha eşsiziz. Uzun bir süre, en yakın akrabalarımız ile genetik yapımızın 98.5% benzeştiği görüşü savunuldu. Şimdi bunun yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Gerçekte, genetik yapımızın %95'den daha az kısmını paylaşıyoruz , şempanzeler ile aramızdaki farklılık düşünüldüğünden 3 kat daha fazla.
(2)
Bu bulguyu ortaya çıkaran biyoloğun ulaştığı sonucu, evrim teorisine göre değerlendirmeye devam ediyor, ancak aslında bunu yapması için bilimsel bir neden yok. Çünkü, evrim teorisini ne fosil kayıtları ne de genetik veya biyokimyasal veriler destekliyor. Aksine, kanıtlar dünyadaki değişik hayat formlarının birdenbire, evrimsel ataları olmadan ortaya çıktığını gösteriyor ve bunların kompleks sistemleri bir "akıllı tasarım"ın, yani yaratılışın varlığını ispatlıyor.
Genetik Bilimi Evrime Meydan Okuyor
Gerçekte değişik türler arasındaki benzerliklerden hiçbirisi evrimsel bir ilişkiyi göstermez. Farklı türlere ve sınıflara ait canlıların DNA ve kromozom analizleri sonucunda elde edilen bulgular karşılaştırıldığında, canlıların DNA ve kromozomlarındaki benzerliklerin ya da farklılıkların, öne sürülen hiçbir evrimci mantık ya da bağlantıyla uyuşmadığı çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Evrimci teze göre canlıların kompleksliklerinde kademeli bir artış yaşanmış olmalı, buna paralel olarak da gen sayılarının kademeli olarak artması beklenmelidir. Fakat elde edilen veriler bu tezin tamamen hayal ürünü olduğunu göstermektedir.
Moleküler karşılaştırmaların evrim teorisi lehinde değil, aleyhinde sonuçlar verdiği, 1999 yılında Science dergisinde yayınlanan "Is It Time to Uproot the Tree of Life?" başlıklı bir makalede de kabul edilmiştir. Elizabeth Pennisi imzalı makalede, Darwinist biyologların "evrim ağacını" aydınlatmak için yürüttükleri genetik analiz ve karşılaştırmaların tam aksi yönde sonuç verdiği belirtilmiş, "yeni verilerin evrimsel tabloyu kararttığı" ifade edilmiştir:
Bir yıl önce, bir düzineden fazla mikroorganizmanın yeni dizinlenmiş genomlarını inceleyen biyologlar, bu bilgilerin yaşamın erken zamanlarının tarihi hakkındaki kabul edilmiş çizgileri destekleyeceğini ummuşlardı. Ama gördükleri şey onları şaşkına düşürdü. O an mevcut olan genomların karşılaştırılması, yaşamın büyük gruplarının nasıl ortaya çıktığına dair tabloyu aydınlatmamakla kalmadı, onu daha da karışık hale getirdi. Ve şimdi, elde bulunan 8 yeni mikrobial dizilimle birlikte, durum daha da kafa karıştırıcı bir hal aldı...
Çoğu evrimci biyolog, yaşamın başlangıcını üç temel alemde bulabileceklerini düşünüyorlardı... Tam DNA dizilimleri, başka türlü genlerin karşılaştırılmasının yolunu açtığında, araştırmacılar basitçe bu ağaca daha fazla detay ekleyeceklerini umuyorlardı. Ama "hiç bir şey gerçekten bu kadar daha uzak olamazdı" diyor Claire Fraser, Rockville Maryland'deki The Institute for Genomic Research'ün başkanı. Aksine, (genetik) karşılaştırmalar, hem rRNA ağacıyla hem de birbirleriyle çelişki içinde bulunan pek çok farklı hayat ağacı versiyonu ortaya çıkardı.
(3)
Ortak Tasarım
Peki insanların DNA'larının % 95 oranında da olsa şempanzelerinkine benzemesi ne anlama geliyor? Bu soruyu cevaplamak için, insan ile başka canlılar arasında yapılan diğer bazı karşılaştırmalara da bakmak gerekiyor.
Bu karşılaştırmalardan biri, insan ile nematod filumuna bağlı solucanlar arasında yapılmış ve % 75 benzerlik gibi ilginç bir sonuç ortaya çıkmıştır. (4) Öte yandan bazı proteinler üzerinde yapılan analizler de, insanı çok daha farklı canlılara yakın gibi göstermektedir. Cambridge Üniversitesi'ndeki araştırmacıların yaptığı bir çalışmada, kara canlılarının bazı proteinleri karşılaştırılmaktadır. Hayret verici bir şekilde, yaklaşık bütün örneklerde insan ve tavuk, birbirlerine en yakın akraba olarak eşleşmişlerdir. Bir sonraki en yakın akraba ise timsahtır. (5)
Tüm bu tablonun gösterdiği ise şu: İnsan ve diğer canlılar arasında genetik benzerlikler var. Ama bu benzerlikler herhangi bir "evrim şeması" ortaya çıkarmıyor.
Bu genetik benzerliklerin var olması ise, son derece doğal, hatta kaçınılmaz. Çünkü insan bedeni de diğer canlılarla aynı malzemeden, aynı atomlardan oluşuyor. İnsanın soluduğu hava, yediği besinler, içinde yaşadığı iklim hayvanlarınkiyle aynı. Dolayısıyla insan da diğer canlılarla benzer proteinlere ve bunların genetik kodlarına sahip. Ama bu, insanın diğer canlılarla ortak bir kökenden geldiği, onlardan evrimleştiği gibi bir anlam taşımıyor.
Nitekim, farklı canlılar arasında yapılan genetik karşılaştırmalar, 150 yıllık evrim ağacını alaşağı etmiş durumda. Genetik bulgular, evrim teorisini reddiyor.
Peki bu durumda canlılardaki benzer yapıların bilimsel açıklaması nasıl yapılabilir? Bu sorunun cevabı, Darwin'in evrim teorisi bilim dünyasına hakim olmadan önce verilmişti. Canlılardaki benzer organları ilk kez gündeme getiren Carl Linneaus ya da Richard Owen gibi bilim adamları, bu organları "ortak tasarım" örneği olarak görmüşlerdi. Yani benzer organlar veya benzer genler, ortak bir atadan tesadüfen evrimleştikleri için değil, belirli bir işlevi görmek için bilinçli bir şekilde tasarlanmış oldukları için benzerdir.
Modern bilimsel bulgular ise, benzer organlar için ortaya atılan "ortak ata" iddiasının tutarlı olmadığını ve yapılabilecek yegane açıklamanın söz konusu "ortak tasarım" açıklaması olduğunu göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, canlılar ortak bir planla yaratılmışlardır.

New Scientist'in İnsandan Fazla Evrimleşmiş Şempanze Senaryosu

New Scientist dergisinde 16 Nisan 2007 tarihinde "Chimps 'more evolved' than Humans" (Şempanzeler İnsanlardan Daha Fazla Evrimleşti) başlıklı bir yazı yayınlandı. Söz konusu yazıda; Michigan Üniversitesi'nden evrimci genetikçi Jianzhi Zhang ve çalışma arkadaşlarının, insanlar, şempanzeler ve makak maymunları tarafından paylaşılan 13.888 gen üzerinde yaptıkları araştırma ile ilgili açıklamalar konu ediliyordu. Buna göre, hayali ortak atadan gelen bazı proteinlerin değişim gösterdiği iddia ediliyor ve bu hayali değişimin gerçekleşmesi için çok fazla mutasyon geçirmiş olması gerektirdiği öne sürülüyordu. Zang bu iddiasını, 154 insan genine karşılık olarak 233 şempanze geninin değişim göstermiş olduğu gibi gerçek dışı bir yorumla noktalıyordu. Evrim yanlısı yayınlar, evrim teorisini gündemde tutabilmek için genellikle evrimci bilim adamlarını öne sürer ve onların taraflı çalışmalarını bilimsel bir üslup altında evrime delil olarak göstermeye çalışırlar. Evrimci genetikçi Jianzhi Zhang'in söz konusu çalışması konu edilerek verilen bu bilgiler de, aynı aldatıcı propaganda yönteminin bir parçasıdır. Dikkat edilirse yazılarda hiç tereddüt edilmeden okuyucuya cümle aralarında iletilen bazı önkabuller vardır. İnsanın ve maymunun hayali bir ortak atadan ayrıldıkları önkabulü; söz konusu hayali evrimsel ayrılma sonucunda bu canlıların genlerinde "oldukça yüksek oranda" çeşitli mutasyonlar gerçekleştiği önkabulü; bu yüksek orandaki hayali mutasyonların canlıya mutlaka fayda getirdiği ve genetik bilgisine yeni bilgiler eklediği önkabulü... Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bu önkabullerden yola çıkılarak yazıda, çürük bir bilimsel sonuca varılmış ve şempanzelerin insandan daha fazla evrim geçirmiş olduğu iddia edilmiştir. Ancak buradaki en büyük boşluk, söz konusu çürük sonuca ulaşana kadar evrimcilerin gerçekleştiğini farz ettikleri tüm aşamaların, bilimsel olarak gerçekleşmesi imkansız olan ve yine bilimsel olarak hiçbir delil ile desteklenmeyen hayali süreçler olduğudur. Darwinistler, bu önemli gerçek ile hiçbir zaman yüzleşmek istemezler. Okuyucuya evrimci propagandayı kendilerince destekleyecek bilgileri verirken, anlattıkları hayali aşamaların tümüyle yalanlanmış, geçersizliği ispat edilmiş, bilimsel anlamda delilsiz aşamalar olduğundan bahsetmezler. Konuya çok aşina olmayan okuyucular ise bu bilgileri okurken, insanın ve şempanzelerin bir evrim aşamasından geçtikleri, ortak bir atadan ayrıldıkları ve ayrılırken genlerinin mutasyona uğradığı ve onları yeni canlılar haline getirdiği iddialarını farkında olmadan kabul edebilirler. Oysa bunun altında büyük bir aldatmaca gizlidir. Henüz daha hayatın kökenine açıklama getirememiş olan evrim teorisi, insanın evrimi iddiası konusunda en büyük çıkmazlardan birini yaşamaktadır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da evrimci iddiaların geçersizliği bilimsel delillerle ispatlanmıştır. Söz konusu gen mutasyonlarının bir canlıya fayda getiremeyeceği, doğal seleksiyon mekanizmasının hiçbir evrimleştirici gücünün olamayacağı, insanla şempanzenin ortak bir ataya sahip olduğuna dair tüm iddiaların genetik araştırmalar ve fosil kayıtları yoluyla kesin olarak reddedildiği sitemizde defalarca açıklanmıştır. Bu gerçekler göz önüne alındığında hayali bir ortak atadan yola çıkarak kimin daha fazla evrim geçirdiğine dair spekülasyonlar, insanları aldatmaya çalışmaktan başka bir amaç taşımamaktadır. Aynı haber 12 Nisan 2007 tarihli Msnbc internet sitesinde de "Research monkey's genetic code deciphered" başlığı altında yayınlandı. Bu haberde de aynı iddialar sıralanıyor, buna ek olarak makak maymunlarının, insanların bağışık olmadığı çeşitli hastalıklara bağışıklıklarının olması ve makakların insanlardan daha az kansere yakalanıyor olmaları onların sözde evrimsel üstünlükleriymiş gibi vurgulanmaya çalışılıyordu. Oysa burada sözü edilen iddia, makakların kendilerine has donanımlara sahip farklı birer canlı organizma olmalarından ve insanlardan tamamen farklı biyolojik özelliklere sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Makaklar ve insanlar farklı canlılardır, her biri sahip oldukları sistemlerle bir anda ve ayrı ayrı yaratılmışlardır, dolayısıyla bağışık oldukları hastalıklar da farklı olacaktır. Bu açık gerçeği evrime bağlama çabası, büyük bir mantık çöküntüsünü işaret etmektedir. Söz konusu hayali evrimsel üstünlük, Darwinistlerin herhangi bir delile dayanmadan ortaya attıkları bir iddiadır ve tüm evrimci iddialar gibi hiçbir temele dayanmamakta, bilimsel anlamda hiçbir dayanak bulamamaktadır. Hiçbir zaman gerçekleşmemiş bir evrim süreci üzerine yapılan bu yorumlar, hem söz konusu bilim adamlarını hem de bu haberlere bilimsel bir kimlik vermeye çalışan yayın organlarını küçük düşürmektedir. Söz konusu yayın organlarına, insanların, evrimin geçersizliği konusunda eskisinden çok daha fazla bilinçlenmiş olduklarını hatırlatıyor ve taraflı haberlerine son vermelerini tavsiye ediyoruz. Not: Bu yazı CNN internet sitesinde 12 Nisan 2007 tarihinde yayınlanan "New monkey gene map may hold human clues" başlıklı habere de cevabımızdır

Darwinizm Ateizme Temel Oluşturur

Darwinizm'in materyalist çevreler tarafından ısrarla savunulmasının en önemli nedeni, Darwinizm'in ateist yönüdür. Ateistler, Darwinizm ile birlikte asırlardır cevap veremedikleri "Canlılar ve insan nasıl var oldu?" sorusuna, sözde bilimsel bir cevap bulduklarını sanmışlardır. Ne var ki geçmiş asırların ilkel teknolojisi ve kısıtlı bilimsel verileriyle ortaya atılmış olan Darwinizm ve ateizm yanılgıları, ilerleyen bilim sayesinde artık tamamen çökmüştür. “Ateizm” olarak adlandırılan Allah'ın varlığını kabul etmeyen düşünce (Allah’ı tenzih ederiz), eski çağlardan beri var oldu. Ancak bu fikrin benimsenmesi, 18. yüzyıl Avrupası'ndaki bazı din karşıtı düşünürlerin felsefelerinin yayılmasıyla ve bunların siyasi sonuçlar vermesiyle başladı. Diderot, Baron d'Holbach gibi materyalistlerin önayak olması ile tanınan ateizm 19. yüzyılda daha da yaygınlaştı. Feuerbach, Marx, Engels, Nietzsche, Durkheim, Freud gibi kişiler ise, ateist düşünceyi farklı bilim ve felsefe alanlarına uyguladılar. Ateizme en büyük desteği sağlayan kişi ise evrim teorisini öne süren Charles Darwin oldu. Darwinizm, ateistlerin asırlardır cevap veremedikleri "Canlılar ve insan nasıl var oldu?" sorusuna bir teori ile sözde bir açıklama getirdi. Bu açıklama da doğanın içinde, cansız maddeyi canlandıran ve sonra da ondan milyonlarca farklı canlı türü türeten tesadüflerin olduğunu iddia etti ve pek çok kişiyi bu yanılgıya inandırdı. Darwinizm'in Ateist Yönünü İtiraf Eden Bilim Adamları Darwinizm her dönemde ateistlerin bu sapkın fikirlerine temel oluşturdu. Nitekim Darwinizm'in kaçınılmaz olarak ateizmle sonuçlandığını birçok evrimci ve materyalist de kabul etmektedir. Bunu ilk kez açık bir şekilde Thomas Huxley ifade etmiş, “evrim teorisi tamamen kabul edildiğinde, dine inanılmayacağını” söylemişti. Cornell Üniversitesi'nde tarih profesörü ve aynı zamanda evrimci olan William Provine de, evrim teorisine inanan birinin hayat görüşünün dinle tamamen çeliştiğini açıklar. (William Provine, "Evolution and the Foundation of Ethics", MBL Science, (A Publication of Marine Biological Laboratory at Woods Hole, Massachusetts), vol. 3, no. 1, s. 25-29; The Scientist, 5 Eylül 1988) American Association for the Advancement of Atheism (Ateizmin İlerletilmesi İçin Amerikan Birliği) başkanı Charles Smith ise, "Evrim Ateizmdir" diyerek aynı gerçeği kabul eder. (H. Epoch, Evolution or Creation, (1988), s. 148-149) Moleküler biyolog Michael Denton da, Darwinizm'in dinsizliği getirdiğini ve insanın kendisine bakış açısında büyük tahribata neden olduğunu şöyle açıklar: Darwinist teori, insanın Allah ile bağını kopardığı ve onu amacı ve sonu olmayan bir evrenin içinde başıboş bıraktığı için etkisi bu derece derinden yıpratıcı olmuştur. Günümüzde, insanların insanlığa bakış açılarını ve evrendeki yerlerini bu derece derinden, olumsuz yönde etkileyen başka bir fikir bulunmamaktadır. Darwin'in akıl ve bilim dışı görüşü, dünya üzerindeki yaşamın tüm çeşitliliğinin -daha önceden inanıldığı gibi Allah'ın yaratmasının değil- doğal ve gelişigüzel süreçlerin sonucunda meydana geldiğini ileri sürmektedir. Bu sapkın iddianın kabulü... Batı toplumunun sekülerizasyonunda kesin bir rol oynamıştır... (http://www.trufax.org/avoid/manifold.html) Berkeley Üniversitesi profesörlerinden Phillip Johnson ise, evrim teorisinin ateist ve din ahlakına uygun olmayan fikir akımları için taşıdığı önemi şöyle açıklamaktadır: …Darwinizm'in kabul edilmesi Allah'ın varlığının inkar edilmesi anlamına geliyordu ve sonuç olarak Allah'ın vahyine dayalı dinin yerine evrimsel natüralizme (materyalizme) dayalı sapkın bir inanç oluşturuldu. Bu sapkın inanç sadece bilimin değil, hükümetlerin, hukukun ve ahlakın da temel inancını oluşturdu, modernizmin temel felsefesi sayıldı. (Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism, Intervarsity Press, 1997, s.99) Johnson'ın da belirttiği gibi, Darwinizm'e ve materyalizme körü körüne inanan birçok bilim adamı, bilim başlığı altında ele aldıkları evrim kandırmacasını, Allah'ı inkar etmenin bir aracı olarak kullanmayı kendilerine en önemli hedef olarak belirlemişlerdir. (Allah'ı tenzih ederiz) Oysa bilim materyalizme ve ateizme alet edilmemelidir, çünkü bilim Allah'ın varlığının delillerini insanlara gösteren değerli bir araçtır. Bunun en önemli göstergelerinden biri de, özellikle son yirmi yıl içinde bilim dünyasında, yaratılış gerçeğini savunan bilim adamlarının sayısında büyük artış olmasıdır. Yapılan her araştırma, inceleme ve buluş, elde edilen her yeni bilgi tüm evrende son derece hassas ve bir o kadar da kusursuz bir dengenin varlığını göstermekte, kainatı Allah'ın üstün bir ilimle yarattığını kanıtlamaktadır.
Darwinizm'in Ateist Yönü Toplumlar İçin Büyük Tehlikedir
Bir toplumun Allah'a olan inancının kaybolması veya zayıflaması, o toplum için büyük bir manevi yıkımdır. Allah korkusu olmayan, ölümden sonra gerçek sonsuz hayatlarına kavuşacaklarını, dünyada yaptıklarına göre cennet veya cehennem ile karşılık göreceklerini inkar eden insanlar, son derece tehlikeli, güvenilmez, saldırgan, suça eğilimli, merhametsiz ve çıkarcı olabilmektedirler. Allah'tan korkmayan bir insan için hiçbir konuda sınır yoktur. Yasalar tarafından cezalandırılmayacağını veya bir şekilde bu tür cezalardan kurtulacağını düşündüğü sürece her türlü ahlaksızlığı ve kanunsuzluğu yapabilir, toplum içinde her türlü huzursuzluğa neden olabilir, insanları dolandırabilir, canlarını yakabilir ve benzeri birçok zulümde bulunabilir. Allah korkusu ve Allah sevgisi ise, insanların güzel ahlakı yaşamalarını, Allah'ın hoşnut olacağı şekilde davranmalarını sağlar. Bu bir toplumu hem ilerletir, hem de güçlendirir. Aksi durumda ise çatışmalar, kavgalar, savaşlar, acımasızlıklar, adaletsizlikler son bulmaz. Allah, insanlara iyiliği, güzelliği, adaleti, dürüstlüğü ve düzeni emreder. Allah, Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
“… Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız."
“O'na iman edenleri tehdit ederek, Allah'ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.” (Araf Suresi, 85-86)
Dünyada Ataizm Sona Eriyor …
Asırlardır insanlara sözde "akıl ve bilimin yolu" gibi gösterilmek istenen ateizmin büyük bir akılsızlık ve cehalet olduğu bugün artık açıkça ortaya çıkmıştır. Ateizme destek olan Darwinizm ise şeytani bir aldatmaca olarak tarihteki yerini çoktan almıştır. Bilimi kendisine araç edinmek isteyen materyalist felsefe, bizzat bilimin kendisi tarafından çürütülmekte, bu sayede, Darwinizm ve ateizmden kurtulan dünya, Allah'a ve din ahlakına yönelmektedir. Dünyada son yıllarda gelişen olaylara dikkatlice bakan her insan, böyle bir yönelişin başladığını hemen fark edecektir. Kuşkusuz bu dönemde Müslümanlara önemli görevler düşmektedir. Müslümanlar; dünyadaki bu büyük fikri değişimin farkında olan, onu yorumlayan, teknolojiyi ve bilimin vesile olduğu fırsat ve imkanları çok iyi kullanan, bu yolla hakikati en iyi ve etkili şekilde temsil eden insanlar olmalıdırlar. Dünya üzerindeki asıl fikri çatışmanın ateizm ile iman arasında olduğunu bilmelidirler. Dünyada bir Batı-Doğu çatışması yoktur. Batı'nın içinde de Doğu'nun içinde de, Allah'a iman edenler ve iman etmeyenler vardır. Bu nedenle samimi inanç sahibi herkes Müslümanların müttefikidir. Temel fikri ayrılık; Allah’a iman edenler ile ateistler, putperestler, dinsizler arasındadır. Kuşkusuz bu kimselere de düşman olarak değil, Allah’ın yoluna çağrılması ve kurtarılması gereken kandırılmış, aciz kişiler olarak bakmak gerekir. Nitekim Allah'tan habersiz yaşayan pek çok cahil insanın imanla şerefleneceği "ateizm sonrası" dönem, Allah'ın izniyle hızla yaklaşmaktadır.

21 Eylül 2007 Cuma

Bir Zamanlar Darwinizm

Tarih boyunca birçok bilim adamı, gerek dönemlerinin geri kalmış bilim düzeyi, gerekse sahip oldukları bazı önyargılar sebebiyle birçok bilimsel yanılgıya kapıldı. Tarihte gerçekleşmiş bilimsel yanılgılara verilecek en çarpıcı örnek, yaşamın kökeni üzerine ortaya atılmış iddialardan biriydi. Çünkü bu iddianın etkileri ve mantıksızlığı diğer yanılgılardan çok daha büyük oldu. Bu yanılgı, evrim inancıyla materyalist dünya görüşünün birleştiği 'Darwinizm'di. Bir zamanlar yetersiz bilim düzeyi nedeniyle kabul görmüş olan Darwinizm'in maskesi 21. yüzyılda tamamen düşürülmüş, köhne ve çürük bir teori olduğu açığa çıkmıştır. Bu kitapta bir kere daha delilleriyle ortaya konan bu açık gerçeği gördükten sonra direnmemek ve gerçeği kabul etmek doğru bir harekettir. Bir insan bilgi eksikliğinden ya da kendisine yapılan telkinlerden dolayı evrim yalanına inanmış olabilir. Ama eğer samimi bir insansa, bir aldatmacanın peşinden giderek dünyada ve ahirette küçük düşeceğine, doğruyu araştırıp bulmalı ve ona uymalıdır. Darwinizm'in bağlılarının yapmaları gereken, bu teoriye körü körüne inanmaktan vazgeçmektir. Bilimin sonuçlarını incelemeli ve bu sonuçları önyargısız olarak değerlendirmelidirler. Samimi oldukları takdirde, Darwinizm'in en koyu savunucuları bile, bu teorinin büyük bir aldanış olduğunu göreceklerdir. Unutulmamalıdır ki samimiyet ve dürüstlük, dünyada da ahirette de güzel bir karşılık görecektir.

DÜNYADAN YANKILAR





Evrimcilerin Evrim Teorisinin Geçersizliği Hakkındaki İtirafları

Pierre Paul Grassé (Fransız Bilimler Akademisi Eski Başkanı, Evolution of Living Organisms (Canlı Organizmaların Evrimi) isimli kitabın yazarı):
Bugün, bizim görevimiz, bizden daha önce baş gösteren ve basit, anlaşılır ve açıklanmış bir olgu olarak kabul edilen evrim mitolojisini yıkmaktır. Hile (aldatma) bazen bilinçsiz olur, ama her zaman değil, çünkü bazı insanlar, tarafgirlikleri nedeniyle, amaçlı olarak gerçeği görmezden gelirler ve inançlarının yetersizliğini ve yanlışlığını kabul etmeyi reddederler.24
Rastgele mutasyonların, tüm canlılık aleminin ihtiyaçlarını karşılamış olmasının imkansızlığını anlattıktan sonra Grassé şöyle diyor:
Hayal kurmaya karşı bir yasa yok, ama bilim buna dahil edilmemelidir.25
Prof. Derek Ager:
Öğrenci iken öğrendiğim bütün evrim hikayelerinin bugün doğru olmadıklarının anlaşılması oldukça önemli.26
Dr. Robert Milikan (Nobel ödüllü, ünlü bir evrimci):
Şu çok acıklı: Biz bilim adamları şu ana kadar hiçbir bilim adamının kanıtlayamadığı evrimi kanıtlamaya çalışıyoruz.27
Dr. Lewis Thomas:
Biyolojinin, evrimde yönlendirici güç için "hata" sözcüğünden başka bir sözcüğe ihtiyacı var. Tesadüf doktrini ile uzlaşmam mümkün değil. Doğadaki amaçsızlık ve kör tesadüfler kavramına tahammül edemiyorum. Ve bununla beraber zihnimi sakinleştirmek için bunun yerine ne koyabileceğimi hala bilmiyorum.28
Jerry Coyne (Chicago Üniversitesi Evrim ve Ekoloji Bölümü'nden):
Neo-Darwinist görüş için çok az delil olduğunu söylemeliyiz: Bu görüşün teorik temelleri ve deneysel delilleri oldukça zayıftır.29
H. S. Lipson:
Eğer canlılık atomların, doğa güçlerinin ve radyasyonun karşılıklı etkileşimleri sonucunda oluşmamışsa nasıl oluşmuştur?.. Sanırım tek kabul edilebilir açıklamanın yaratılış olduğunu kabul etmeliyiz. Bundan ne kendim ne de fizikçiler hoşlanmamaktadır. Ancak eğer bir teoriyi bilimsel deliller destekliyorsa, o teoriyi sırf hoşlanmadığımız için reddedemeyiz. Aslında evrim bir anlamda bilimsel bir din haline geldi; hemen hemen bütün bilim adamları bunu kabul etti ve birçoğu onunla uyumlu olması için gözlemlerini eğip bükmeye hazırlandılar.
Evrim teorisinin yaşayan canlıların tüm özelliklerini sayabilme yeteneği beni daima teoriden kuşkulanmaya itmiştir (Örneğin zürafanın uzun boynu). Bu nedenle son 30 yıllık biyolojik araştırmaların Darwin'in teorisine uygun olup olmadığına baktım. Uygun olduğunu düşünmüyorum. Bana göre teori ayakta bile duramamaktadır.30
Gregory Alan Pesely:
Ayrıca bilim adamlarının temel prensibi "gereksiz söz tekrarı" olan bir kanundan memnun kalmaları utanılacak bir şeydir. Bu problem ile ilgili başarılı bir çözüme kavuşulmadıkça doğal seleksiyon teorisi asla ciddi bir bilim olamaz.31
Dr. Colin Patterson (İngiltere Doğa Tarihi Müzesi yöneticilerinden, evrimci paleontolog. Doğa Tarihi Müzesi Gazetesi'nin editörü, Evolution kitabının yazarı):
Bu anti-evrimci bakış açısını almaya başlamamın nedenlerinden birisi, bu şey üzerinde 20 yıl çalışıp bu konuda tek bir şey bilmemenin yaptığı etkiydi. Bir kişinin bu kadar uzun bir süre yanlış yönlendirildiğini öğrenmesi onun için oldukça büyük bir şok. Bu yüzden geçen birkaç hafta, çeşitli insanlara ve insan gruplarına basit bir soru sormaya çalıştım. Soru şu: Bana evrim hakkında bildiğiniz bir şeyi, doğru olan bir şeyi anlatabilir misiniz? Bu soruyu Doğa Tarihi Müzesi'ndeki jeoloji grubuna sordum ve aldığım tek cevap sessizlikti. Chicago Üniversitesi'ndeki Evrim Morfoloji Semineri'ndeki (Evolutionary Morphology Seminar) prestij sahibi evrimci üyelerde denedim ve aldığım tek cevap uzun süren bir sessizlikti ve sonunda bir kişi şöyle dedi: "Tek bir şey biliyorum, evrim teorisi liselerde okutulmamalıdır."32

Darwinistler Neleri Düşünmez

  • Darwinistler canlılığın mutasyonlar sonucunda evrimleştiğini iddia ederken mutasyonların %99’unun canlılara zarar verdiğini düşünmezler
  • Darwinistler evrim teorisinin 1800'lü yılların teknolojik ortamında ortaya atılmış kör bir teori olduğunu düşünmezler.
  • Darwinistler canlı türlerinin birbirlerinden uzun zamanlar içinde evrimleşerek çoğaldıklarını iddia ederken bugün bilinen temel canlı kategorilerinin tamamının, hatta soyu tükenmiş daha fazlasının, yeryüzünde yalnızca tek hücreli canlıların hüküm sürdüğü bir zamandan hemen sonra, yaklaşık 530 milyon yıl önce, "Kambriyen Devri" adı verilen jeolojik devirde aynı anda ve aniden ortaya çıktıklarını düşünmezler.
  • Darwinistler türlerin birbirinden evrimleştiğini iddia ederken fosil katmanlarında bunu destekleyecek tek bir delil elde edilemediğini düşünmezler.
  • Darwinistler, fosil kayıtlarının, canlıların milyonlarca yıldır hiçbir değişime uğramadıklarını ispat ettiğini düşünmezler.

''Adalarda Evrim" Masalı

Birgün gazetesinin 20 Ekim 2006 tarihli sayısında “Adada evrim karayı solladı” başlıklı bir haber yayınlandı. Yazıda, Kanada'nın McGill Üniversitesi profesörü Virginie Millien tarafından gerçekleştirilen bir çalışma, yeni bir evrimci senaryoyu gündeme getiriyordu. Millien söz konusu çalışmasında 88 memeli türünün ada ve anakarada yaşamış bireylerine ait fosilleri ebatça incelemişti. Bir evrimci olan Millien, karşılaştırmasında elde ettiği sonuçları Darwinist bakış açısından yorumlayarak, ada canlılarının kara canlılarından daha hızlı evrimleştiği şeklinde bir senaryo ortaya atıyordu. Birgün gazetesi ise, Millien'in adalarda evrim senaryosuyla ilgili olarak şu ifadelere yer veriyordu: Araştırmacılar, adalarda yaşayan canlıların karadaki türdeşlerine göre yaklaşık 3 kat daha hızlı evrim geçirdiğini ortaya çıkardı... Millien, adaların sınırlı doğasının, karadaki evrim sürecinde gizli kalan bir yaratıcılığın ortaya çıkmasına vesile olduğunu ve gelişimi hızlandırdığını vurguluyor. Ancak “Adalarda evrim” kavramı, evrimcilerin çarpıtma ve gözboyamaya dayalı klasik bir hikayesinden ibarettir. Bu Darwinist çarpıtma, “ada kuralı” adı verilen bir olguyla ilgilidir. Türlerin, adalardaki ve anakaradaki fosil örneklerinin ebatça kıyaslanmasından çıkarsanan ada kuralı, adalarda izole olan ve küçük ebatlı olan canlıların karada yaşayan türdeşlerine göre irileşme eğiliminde; iri ebatlı olan canlıların ise türlerinin karada yaşayan bireylerine göre küçülme eğiliminde olduğunu ifade etmektedir. Sözgelimi, bir adada izole olarak anakaradaki türdeşlerinden ayrılan bir canlı popülasyonu, adadaki yiyecek kaynaklarının az oluşuna bağlı olarak birkaç nesil sonra ebat olarak küçülmektedir. Fil ve geyik gibi iri memeli türlerinin adalarda elde edilmiş fosilleri, buna örnek oluşturmaktadır. Diğer yandan ebatça iri olmayan canlılar, adalarda izole oldukları zaman tersi yönde bir değişim göstermekte ve iri yırtıcıların az oluşu gibi sebeplerden ötürü daha iri bir görünüm kazanabilmektedirler. Ancak dikkat edilirse adalarda izole olan canlılarda gözlemlenen değişim sadece “ebat”la sınırlıdır. Bir canlı türünün ebatlarındaki değişimin ise Darwinizm'in gerektirdiği türden bir biyolojik değişim kanıtı oluşturmadığı son derece açık bir gerçektir. Karşılaştıracak olursak, Darwinizm türlerin başka türlere dönüşecek şekilde değiştiğini iddia etmektedir. Oysa adalarda ebatça değişim geçiren canlılar asla başka canlı türlerine dönüşmemekte, örneğin geyikler zamanla fil özellikleri geliştirmemekte, geyikler geyik, filler fil olarak kalmaktadırlar. Nitekim Millien'in incelediği 88 tür memeliden tek bir tanesi dahi, başka bir türden gelişimin izlerini taşımamaktadır. 88 türün herbirine ait küçük ve büyük bireyler, türün tanımlayıcı özelliklerini aynen taşımaktadırlar ve küçük örneklerin büyük örneklere, ya da büyük örneklerin küçük örneklere göre fazladan barındırdığı hiçbir biyolojik özellik bulunmamaktadır. Konuya daha fazla açıklık getirmesi açısından bir örnek de verebiliriz. Örneğin radyoların küçük ve taşınır olması tüketicilerce tercih edilen bir özelliktir. Elektronik ve tasarım mühendisleri bu doğrultuda giderek daha minyatür ebatlı radyolar üretmişler, radyolar zaman içinde defalarca daha küçük bir görünüm kazanmış, “cep radyosu” haline dönmüşlerdir. Ancak radyo bu süreçte ebatça değişime uğrasa da herhangi yeni bir özellik kazanmış, bir başka teknolojik cihaza, örneğin televizyona dönüşmüş değildir. Aynı şekilde ada canlıları da ebatça değişmiş olmalarına karşın herhangi yeni bir biyolojik özellik veya genetik bilgi kazanmış değillerdir. Sahip oldukları genlerdeki bilgiye göre değişim gösterirler ve bu onları hiçbir zaman bir başka canlı haline getirmez. Bu sebepten ötürü, Millien'in Birgün gazetesince de desteklenen adalarda evrim senaryosu içi boş bir masaldan ibarettir. Birgün gazetesine Darwinizm'in modern bilim karşısındaki yenilgisini kabullenmeye, teoriyi içi boş masallarla ayakta tutma çabasına son vermeye davet ediyoruz.

ABD Bilim Çevrelerinden İki İtiraf

ABD'nin ünlü evrimci bilim dergisi Nature, 12 Temmuz tarihli sayısında yaratılışın bilimsel bir gerçek olduğunu doğrulayan iki makaleye yer verdi. Evrenin sonsuzdan beri var olmadığını Big Bang ile birlikte bir anda ortaya çıktığını itiraf eden dergi, insanın şempanzeden evrimleştiği iddiasının sadece bir masal olduğunu belirtti.
Evrenin Başlangıcı Var
Gün geçtikçe daha fazla bulguyla varlığı kesinleşen "Büyük Patlama" hakkında bilim adamlarının aktardıkları gerçekler çok şaşırtıcı. Evrenimizin varoluşunu açıklayan "büyük patlama" modeline göre, kainattaki galaksileri, yıldızları ve gezegenleri oluşturan maddenin hepsi, bundan 15 milyar yıl önce tek bir atomun çekirdeği boyutunda küçük bir hacme sıkışmış olarak duruyordu. Bu an, zaman ve mekanın var olmasından önceydi. Hemen sonraki anda, tarifi imkansız bir patlama ile sonsuz yoğunlukta trilyonlarca derecelik bir sıcaklık oluştu. Bu sırada maddeyi meydana getiren atom parçacıkları ve enerji, uzay ve zaman ortaya çıktı. Bugüne dek zaman ve mekan boyutlarının patlama öncesinde olmadığı kabul ediliyordu. Ancak nükleer fizik alanındaki son bulgular boyutlardan neden söz edilemeyeceğine açıklık getirdi. Nature dergisinin 12 Temmuz 2001 tarihli sayısında yer alan habere göre, maddenin çok yüksek bir enerji halinde sıkışmış olarak durduğu bu ortamda boyutlardan asla bahsedilemiyor. Harvard Üniversitesi ile Illinois'deki Ferni Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı'ndan nükleer fizikçi araştırmacılar, daha hiçbir şeyin olmadığı bu başlangıcı "boyutların ortadan kalkması" olarak tanımladılar. Boyutların ortadan kalktığı "büyük patlama" modelinde yerçekimi de bulunmuyor. Bu yüzden nükleer fizikçiler, maddeyi ilgilendiren fizik kanunlarının çok yüksek enerji koşullarında çalışmayacağı hakkında ortak kanaate sahipler. Bu sonucu "boyutsuzluk" ya da "sıfır boyut" olarak tanımlıyorlar. Bu keşif, sıkıştırılmış haldeki maddenin kuantum fiziği kanunları çerçevesinde değerlendirilmesine dayanıyor. Elektromanyetik güçler yüksek enerji seviyelerinde daha da kuvvetlenirken, atomları meydana getiren kuarklar arasındaki nükleer çekim gücü ise zayıflıyor. Bilim adamlarının geliştirmiş oldukları modellerde, yüksek enerji seviyelerinde maddenin elektron alışverişinin durduğu gösterilmekte. Bu durum boyut sayısının azalması anlamına geliyor. Çünkü elektronlar herhangi bir yöne hareket edemediği için, hareket tamamen kısıtlanmış ve boşluğu oluşturan 3 boyut, zaman boyutuyla beraber ortadan kalkmış oluyor.
İnsanın Atası İnsan
Dünyaca ünlü bilim dergisi Nature, 12 Temmuz tarihli sayısında şempanze ile insan arasındaki sözde evrim ilişkisinin tutarsız olduğunu itiraf etti. Derginin editörü Henry Gee tarafından yazılan makalede, bilim alanında evrim teorisinin içinde bulunduğu çaresizlik evrimin en temel dayanakları ortadan kaldırılarak ortaya konuyor. İnsana ait fosillerin hayali evrimsel geçmişini ortaya koyamadığını "insanın fosil kayıtları parça parça" diyerek kabul eden makalede, şempanzenin fosil kayıtlarının ise "tamamen eksik" olduğu şöyle ifade edildi: "İnsanın evrimine ait fosil kalıntıları parça parça ve çeşitli yorumlara açık. Şempanze evrimine ait fosil kanıtlar ise tamamen eksik." Aynı makalede, evrimciler tarafından insanın ataları olduğu iddia edilen hominid (insansı) fosillerinin, ilkelden gelişmişe doğru bir sırayı takip etmediği de itiraf ediliyor, aksine kayıtlarda bu fosillerin bir anda ortaya çıktığı belirtiliyordu. Makalede, evrim teorisinin 150 yıldır umulan kanıtı olan "ara formların" var olmadığı, farklı türlerin aniden ortaya çıktığı şöyle bir benzetmeyle açıklanıyordu: "Hominid fosillerinin keşfi, yolcu otobüslerine benziyor. Bir süre için hiçbiri yokken, aynı anda 3 tanesi birden ortaya çıkıveriyor" Henry Gee, yapılan tüm paleontolojik kazılara rağmen, şempanze ve insan bağlantısını gösterecek hiçbir fosil bulunmadığını aynı yazıda şöyle itiraf ediyordu: "Hominid fosillerinin çok nadir olduğu konusu çok ünlü bir gerçektir, şempanze bağlantısı ise nedense hiçbir fosil kaydına sahip değildir." Bilim dünyasında evrimci iddiaları hep öne çıkarıp desteklemiş olan Nature gibi "otorite" bir derginin bu konuda itiraflara yer vermesi, evrim teorisinin çöküşünü sergilemesi açısından belge niteliği taşımaktadır.

20 Eylül 2007 Perşembe

Darwinistler Neden Düşünmezler ve İnsanların Düşünmesini İstemezler

Birçok insanın, gördüğü varlıklar, incelediği detaylar, öğrendiği bilgiler üzerinde düşünmemesinin, daha doğrusu düşünmekten kaçınmasının genellikle nedeni şudur: Allah'ın varlığını görmek istememek! Bu kişilerden kimi genetikçidir, bilim adamıdır; kimi DNA'yı keşfetmiş bu nedenle Nobel ödülüne layık görülmüştür; kimi gezegenlerin yörüngelerini keşfetmiş, bunun üzerine sayısız hesaplama ve çalışma yapmıştır. Kimi ise atomun derinliklerine inmiş, gözle görülmeyen atomaltı parçacıklarını tespit etmiştir; kimi botanikçidir, tek bir polenin kilometrelerce yol katederek aynı bitki türünü döllediğini çok iyi bilir; kimileri de insanın sahip olduğu tek bir beyin hücresinin büyük bir mucize olduğunun farkındadır; kendi bedenindeki, hayvanlardaki, bitkilerdeki, çevresinde bulunan tüm varlıklardaki mükemmellik onun sürekli olarak karşısındadır. Bu insanların bazılarının önemli bir ortak özelliği vardır: Gördükleri, çok iyi tanıdıkları ve inceledikleri şeyler üzerine düşünmezler. Çünkü bu kişiler; kompleks sistemler, birbirinden hayranlık uyandırıcı yapılar üzerinde düşündükleri takdirde Allah'ın varlığını ve yüceliğini de görmüş olacaklardır. Bunu yaparak, Allah'ın üstün sanatını ve yarattıklarındaki muhteşem eserleri takdir etmiş olacaklardır. Hayatlarını son derece basit ve sıradan amaçlar için yaşarken, Allah için yaşamanın gerekliliğini fark etmiş olacaklardır. Her yerde yalnızca Allah'ın mutlak varlığı ve hakimiyeti olduğunu görecek ve -isteseler de istemeseler de-Allah'ın yarattığı kadere tabi olarak yaşamakta olduklarını kabullenmiş olacaklardır. İşte bu nedenle, kendi varlığını üstün görerek büyüklenen, canlıların yaratılmadıklarını savunarak Allah için yaşamaktan kaçan, ahirete inanmak ve onun için çabalamak yerine dünya hayatı ile tatmin olmayı isteyen insanlar, düşünmemeyi tercih ederler. Onlar için, düşündükçe karşılaşacakları gerçeklerden uzaklaşabilmenin tek yolu, düşünmemektir! Dünya tarihinin en büyük kitle aldatmacasının sahibi olan Darwinistler, bunun en başta gelen örneğidir.