EVRİMİN ÇÖKÜŞÜ

İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah’ı bulur. (Allah da) Onun hesabini tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)

18 Temmuz 2008 Cuma

Ses Kaseti : Hücredeki Bilinç

Bu kasette hücre içindeki organellerin, hücrede üretilen enzimlerin, hormonların ve diğer moleküllerin, kendilerinden kaynaklanması mümkün olmayan, akılcı, planlı ve hesaplı hareketlerini göreceksiniz.

Hücrelerin sergiledikleri üstün akıl ve bilincin örneklerini okuyacak ve her zaman olduğu gibi canlı-cansız tüm varlıkların bilinçsiz tesadüflerin değil, alemlerin Rabbi olan Allah'ın üstün kudretinin, bilgisinin ve sanatının bir eseri olduğuna şahitlik edeceksiniz.

http://us1.fmanager.net/api_v1/productDetail.php?dev-t=7EZU2FZ0164&objectId=1326


Web Sitesi : darwininacmaziruh.net

Victoria dönemi İngilteresi'nde iki biyolog, canlıların tümüyle tesadüfi süreçler sonucunda birbirlerinden türediği ve insana kadar uzanan bir süreçte gelişip değiştikleri iddiasını ortaya attı. Bu biyologlar, Charles Darwin ve Alfred Russel Wallace idi. Doğal seleksiyon yoluyla evrim hakkındaki ilk çalışma Darwin ve Wallace tarafından ortaklaşa hazırlanmıştı. Biyologlar, evrim teorisi konusu üzerine birbirleriyle rekabet etmek yerine, bu uydurma teoriye birbirlerinin katkısını kabullendiler. Hatta Wallace yazdığı Darwinizm adındaki kitap ile Darwin'in doğal seleksiyon teorisini destekledi. Bu kitabı duyduğunda Darwin'in verdiği karşılık ise, "Darwinizm adından söz etmeyin çünkü bu teori aynı zamanda Wallasizm de olabilir." şeklinde idi. (V.S. Ramachandran, M.D., Ph.D. ve Sandra Blakeslee, Phantoms in the Brain, William Morrow and Company, Inc., New York, 1998, s. 189)

Ancak bu hayal ürünü teori ile ilgili olarak iki biyoloğun yolları kısa bir süre sonra ayrılacaktı.

Evrim teorisine göre canlılar, tüm anatomik ve fiziksel özellikleriyle, tümüyle tesadüfi ve dolayısıyla şuursuz bir süreç içinde, doğal seleksiyon yoluyla, birbirlerinden türemişlerdi. Bu iddiaya göre, bir bakteri ile başlayan yaşam, söz konusu hayali türeme yoluyla, günümüzde var olan canlı çeşitliliğini meydana getirmişti. (Detaylı bilgi için bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık) Darwin, doğal seleksiyon prensibinin yalnız parmaklar ya da burun gibi morfolojik özelliklerin çıkışını açıklamakla kalmadığına, aynı zamanda beynin yapısını ve dolayısıyla zihinsel kapasitelerimizi de belirlediğine inanıyordu. Bir başka deyişle Darwin'e göre doğal seleksiyon; insanların müzik, sanat, edebiyat konusundaki ilgisini ve kararlarını, düşünce yeteneğini ve zihin gücünü etkileyen ve onları değiştirip geliştiren bir güçtü. Fakat Wallace bu fikre katılmıyordu. Darwin'in prensiplerinin parmaklar ve ayak parmaklarını ya da daha basit özellikleri açıklayabileceğini düşünüyordu ama matematik ve müzik yeteneği gibi üstün insani becerilerin yalnız kör tesadüflerin eseri olamayacağına inanıyordu.

Wallace'ın "kör tesadüflerin Mozart'ın yeteneklerinin kaynağı olması" iddiasına karşı çıkmasının en önemli nedeni potansiyel zeka olarak adlandırılabilecek olan husustu. Wallace'a göre, örneğin günümüzde yaşayan bir Aborijin topluluğundan neredeyse okuma yazma bilmeyen genç bir kabile üyesini aldığımızı farz edelim. Daha sonra bu genci Rio, New York veya Tokyo'da modern bir devlet okulunda eğitelim. Elbette bu şehirlerde yetişen çocuklardan hiç de farklı olmayacaktır. Wallace bunu şöyle açıklamıştı; "Aborijin ya da Cro-Magnon, kendi doğal ortamına uyum sağlaması için ihtiyaç duyacağından çok daha fazla potansiyel zekaya sahiptir. Bu tür potansiyel zeka, aslında resmi eğitim yoluyla kazanılan kinetik zeka ile karşılaştırılabilir. Peki bu potansiyel zeka neden evrimleşti? İngilizce eğitim verilen okullarda Latince öğrenmek için ortaya çıkamazdı. Matematik öğrenmek için de evrimleşmiş olamazdı, her kim yeterince çalışırsa bu konuda uzmanlaşabilir. Peki bu söz konusu görünmeyen yeteneklerin ortaya çıkmasını sağlayan ayıklayıcı kuvvet nereden gelmişti?" (V.S. Ramachandran, M.D., Ph.D. ve Sandra Blakeslee, Phantoms in the Brain, William Morrow and Company, Inc., New York, 1998, s. 190) Wallace, canlıların bilinçsiz süreçler içinde birbirlerinden türeyerek evrimleştikleri hikayesine inandığı için, insanların zeka gelişiminin bu hayali teorinin neresine dahil edildiğini bulmaya çalışıyordu. Ancak, böyle bir şey gerçekleşmediği için bu iddiayı savunacak bir mantık da geliştiremiyordu.

Wallace şunu söylüyordu:

Çağımızın yazarlarının tümü, insan neslinin çok geçmişe dayandığını itiraf ederken, bunların birçoğu zekanın çok kısa süre önce geliştiği inancını sürdürüyorlar ve bizimle eşit zeka seviyesine sahip insanların tarih öncesi çağlarda yaşamış oldukları olasılığı üzerinde düşünmüyorlar. (V.S. Ramachandran, M.D., Ph.D. ve Sandra Blakeslee, Phantoms in the Brain, William Morrow and Company, Inc., New York, 1998, s. 190)

Günümüz bilim adamlarından Vilayanur S. Ramachandran ise, bunu şöyle açıklamaktadır:

Neanderthal ve Cro-Magnon insanlarının beyin kapasitelerinin bizlerden daha büyük olduğunu biliyoruz, bu nedenle gizli kalmış potansiyel zekâlarının Homo sapiens ile aynı hatta daha fazla olduğunu düşünmek hiç de güç olmaz. (V.S. Ramachandran, M.D., Ph.D. ve Sandra Blakeslee, Phantoms in the Brain, William Morrow and Company, Inc., New York, 1998, s. 191)

Aslında Darwin bile, teorisinin insan zekasına dair bu hayali gelişimi açıklayamadığını açıkça itiraf ediyor, hatta bu nedenle teorisinin geçersizliğinin ileri sürülebileceğini belirtiyordu:

.İnsan zihin gücü bakımından bütün öbür hayvanlardan öylesine farklıdır ki, varılan bu sonuçta (aşağı bir biçimden türeme) bir yanlışlık olabileceği ileri sürülebilir. (Charles Darwin, İnsanın Türeyişi, Onur Yayınları, Nisan 1995, s. 85)

Darwin'in evrim teorisi, kaplanların, ceylanların, tavşanların, kısacası yeryüzündeki tüm canlıların hiçbir şuurlu müdahale olmadan, tesadüfen meydana geldiklerini iddia eder. Darwinizm'e göre tesadüf, evrimin mucizeler meydana getiren ilahıdır.

Bilimsel olarak kesin olarak desteklenmeyen, son derece mantıksız temeller üzerine kurulu bu teori, canlıların mükemmel özellikleri karşısında yenilgiye uğramıştır. Üstün kompleks özellikler, tüm varlıkların Allah'ın mükemmel yaratışını ispat eder niteliktedir.

Öyleyse, evrimle gerçekleşmesi mümkün olmayan bu önemli gelişimin açıklaması neydi? Wallace'ın buna verdiği cevap şuydu: Bunu Allah gerçekleştirmişti. Wallace'a göre "insanın zarafeti, 'İahi lütfun' dünya üzerindeki ifadesiydi". (V.S. Ramachandran, M.D., Ph.D. ve Sandra Blakeslee, Phantoms in the Brain, William Morrow and Company, Inc., New York, 1998, s. 191)

İşte bu noktada Wallace, evrimin itici gücünün doğal seleksiyon olduğu konusunda ısrar eden ve en gizemli zihinsel özelliklerin bile bir Yüce Varlık tarafından yaratılmış olmaksızın geliştiğini iddia eden Darwin'den ayrılmıştı. Darwin, Wallace'ın iddialarını teorisi için büyük bir tehdit olarak görmüş ve 1869 yılında Wallace'a yazdığı mektubunda doğal seleksiyonu kastederek, "umarım senin ve benim çocuğumuzu tamamen öldürmezsin," demişti.122 Wallace'ın vardığı bu sonuç elbette, materyalizmden güç bulan ve Allah'ın varlığını inkar edebilmek için ortaya atılmış evrim teorisi ile hiçbir şekilde bağdaşmıyordu. İşte bu nedenle Wallace'ın fikirleri alelacele hasıraltı edildi. Materyalist çevreler için ön plana çıkarılması gereken, her şeyin bilinçsiz süreçlerle meydana geldiğini öngören anlayış idi. Bunun da öncüsü Darwin olmuştu.

Web Sitesi : canlilarinevrimi.com

Canlıların Evrimi İddiası Bu Sitede Bir Kez Daha Çürütülüyor

İnsan oturduğu yerden şöyle bir etrafa baktığında bulunduğu odadaki her şeyin 'yapılmış' olduğunu görür Duvarlar, döşemeler, tavan, oturduğu sandalye, elinde tuttuğu kitap, masanın üstünde duran bir bardak; sayılamayacak kadar çok detay... Tek bir tanesinin dahi kendi başına oluşup odasına gelemeyeceğinden emindir.

Bu gerçeği akılda tutarak etrafımızı incelediğimizde ise çok önemli bir gerçekle karşılaşırız. Gördüğümüz evren, onun içindeki dünya ve üzerindeki canlıların her biri son derece düzenlidirler. Hepsi en az bir heykel ya da resim kadar detaylı ve en az onlar kadar "yapılmış"lardır. Diğer taraftan böylesine harika bir yerde bulunan insanın ihtiyaçları da yine mükemmel bir şekilde karşılanmaktadır. İçtiği sütten bala, soluduğu havadan kullandığı petrole kadar her şey yaşamı için insana özel olarak sunulmuştur. Hayatın bu mükemmel dengesi karşısında canlıların evrimini savunan Darwinizm ise tam anlamıyla "çaresizdir".

İşte
canlilarinevrimi.com bu çaresizliği, hayattaki mükemmel çeşitlilikten örnekler veren ve evrimin aslı olmayan bazı ünlü "sözde" delillerini çürüterek gözler önüne seren bir site. Harun Yahya'nın eserlerinden faydalanılarak hazırlanan site konuyu sade, etkili bir anlatım ve çarpıcı örneklerle irdeliyor.

Beş ana bölümden oluşan sitenin "Hayatın Çeşitliliği" adlı ilk bölümünde çok çeşitli vücut yapılarına, sistemlere, davranış biçimlerine ve özelliklere sahip canlılardan örnekler verilerek hayatın çeşitliliği ele alınıyor. Bu başlığa tıklandığında, yazarın Türlerin Evrimi Yanılgısı adlı kitabına bağlanıyor ve biyoçeşitlilikten ekosistemlere, bilim dünyasındaki son gelişmelerden Biyosfer2 Projesine kadar birçok konu hakkında bilgi edinebiliyorsunuz. Sitenin "İnsan İçin Yaratılmış Canlılar" bölümü insanlar için birçok faydaları bulunan canlıları konu ediyor, Allah'ın bu canlıları özel olarak insanlar için yaratmış olduğuna dikkat çekiliyor. "Evrimin Türleşme Çıkmazı" bölümündeyse, evrim teorisinin yeryüzündeki sayısız canlı türü karşısındaki çaresizliği, bilimsel bulgulardan yararlanarak gözler önüne seriliyor.

Sitede buraya kadar ele alınan konularla bazı çevreler tarafından bilimsel bir gerçek gibi gösterilmeye çalışılan evrim teorisinin gerçekte ne büyük bir aldatmaca olduğu açıkça belirtiliyor. Diğer bölümlerdeyse, canlıları Allah'ın yarattığı gerçeğini inkar etmeye çalışan evrim savunucusu ateistlerin sırf bu teoriyi ayakta tutabilmek için uydurdukları "sözde deliller"den bazılarına yer veriliyor.

Bunlardan ilki Darwinizm'in öne sürdüğü temel mekanizmalardan biri olan doğal seleksiyonun sözde evrimleştirici gücünü açıklayan "Galapagos İspinozları". Bu bölümde, Darwin'in evrime delil olarak sunduğu Galapagos Adası'nda yaşayan bu sevimli kuşların; kanat geometrileri, yoğun bitki örtüsünde kısa uçuşlar, sıçrayışlar ve manevralar yapmaya uygun tasarımları, gaga yapıları, özel iskelet, solunum, sindirim sistemleri, tüylerinin kompleks ve aerodinamik yapısı, yuva yapma teknikleri, duyu organları, ve daha birçok özellikleriyle birer tasarım harikası oldukları bilimsel verilerle açıklanıyor. İspinoz kuşunun tek bir hücresinde, hatta tek bir protein molekülünde bile Allah'ın varlığını kanıtlayan sayısız delil ve mucizevi özellik çarpıcı bir anlatımla ele alınıyor.

Sitenin son bölümünde yer verilen, evrimcilerin sözde delillerinden ikincisi ise "Sanayi Devrimi Kelebekleri". Bu bölümde de yine Türlerin Evrimi Yanılgısı kitabına verilen linkle, evrimcilerin kah sahte fotoğraflarla, kah masalımsı anlatımlarla savunmaya çalıştıkları bu büyük sahtekarlıklar, tüm bilimsel delillerle incelenerek çürütülüyor. Kelebeklerdeki muhteşem tasarıma da değinilen bu bölüm, böylesine muhteşem yapıların ve kusursuz sistemlerin, doğal seleksiyon ve mutasyon gibi tesadüfi etkilerle açıklanamayacağını bir kez daha gözler önüne seriyor.

Sitedeki bu önemli bilgilere bilgisayarın tek bir tuşuna dokunarak ulaşabiliyor, dilerseniz hiçbir ücret ödemeden tüm bilgileri bilgisayarınıza indirebiliyorsunuz.

www.canlilarinevrimi.com sitesi sizi basit ama düşündürücü bir gerçekle yüzleştiriyor: Yeryüzünün sahip olduğu muhteşem çeşitlilik ve tür zenginliğinin oluşturduğu ortam, dünya üzerindeki insan yaşamını mümkün kılmakta ve insanın tüm ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamaktadır. Canlılığın kökenini rastlantılara dayalı bir evrim süreci ile açıklamaya kalkışmak ise son derece akıl dışıdır. Canlıların evriminin imkansızlığını öğrenmek için bu siteyi mutlaka siz de ziyaret edin!

17 Temmuz 2008 Perşembe

Evreni Sarmış Olan İhtişamlı Matematiksel Düzen

Matematik bilimi evrendeki eksiksiz yaratılışı ve hassas dengeleri nasıl gözler önüne serer?

Tamamen düzensiz görünen ormanlarda aslında nasıl bir matematiksel düzen hakimdir?

Bir karınca kilometrelerce mesafedeki yolculuğu boyunca adımlarını nasıl hatasız sayabilir ve trigonometri hesabı yapabilir?


Evrende var olan canlı-cansız tüm varlıklarda keşfedilen bu matematiksel estetik ve düzen, bilim adamlarında her geçen gün daha da büyük heyecan uyandırıyor.

Milattan önce 2000 yıllarında Mezopotamya’da yaşayan Babilliler matematik biliminde oldukça ilerlemişlerdi. Dört temel işlem olan toplama, çıkarma, çarpma ve bölmeyi gayet kusursuz biçimde uyguluyorlardı. Diğer bilim dalları gibi tarih boyunca matematik de bir gelişim göstermiştir. 16. yüzyılda matematik dünyası analitik geometri, kartezyen koordinat sistemi, kalkülüs teoremi, integral gibi kavramlarla tanışmıştır. Matematiğin önünü açan bu kavramlarla birlikte fizik ve mühendislik bilimleri de doğmuştur, zaman içinde ilerleyen çalışmalar astronomide kullanılan matematiği de başka bir düzeye taşımıştır. 20. yüzyılda modern matematik dönemine girilmiş, kümeler teorisi kavramı geliştirilmiş ve sonunda matematik ve fizik bilimi insanların gökyüzüne uzay aracı gönderebilecekleri bir düzeye ulaşmıştır.

Geçen 4000 yıl boyunca matematikte gelinen bu sonuç vesilesiyle bilim adamları çok önemli bilimsel bir keşifte bulunmuşlardır: Matematik yalnızca insanların geliştirdiği bir yöntem değildi ve evrenin ve tüm canlıların var oldukları ilk andan itibaren mükemmellik derecesinde bağlı oldukları, işleyen bir sistemi de göstermekteydi. Bu gerçeği dile getiren matematikçilerden biri Galile olmuştur. Galile, “Tabiatın kitabı matematik dilinde yazılmıştır; onun harfleri geometrinin şekilleridir. Bunları anlamak ve yorumlayabilmek için matematik dilini bilmemiz gerekir” yorumunda bulunmuştur.

Gelişen matematik bilimi 20. yüzyılda, evrenin bazı materyalist-Darwinist bilim adamlarının iddia ettikleri gibi bir kaosun esiri olmadığını; aksine hatasız matematiksel hesaplamalar barındıran muhteşem bir düzenlemenin, Yüce Allah’ın sonsuz aklının eseri olduğunu doğrulamıştır. Kesin delillerle ortaya konulan bu gerçek, evrende “tesadüfi gelişmelere” hiçbir şekilde yer olmadığını bir kere daha kanıtlamıştır. Evrenin ve canlıların oluşumunda çok yüksek bir akıl vardır. İnsanlığın bu yüksek aklın sadece matematik ile ilgili olan yönünü anlayabilmeleri 4000 yıl sürmüştür. 4000 yıllık bilgi mirasına sahip bilim adamlarının günümüzde gördükleri gerçekler onları, Darwinizm’in ‘tesadüfi var oluş’ iddiasını sorgulamaya yöneltmiştir.

İngiliz fizikçi ve matematikçi olan Sir James Jeans evrendeki mükemmel düzeni şu şekilde ifade etmiştir:

"Evren hakkında yapılan bilimsel bir araştırmanın sonucu tek bir cümleyle özetlenebilir: Evren, matematik bilgisi sonsuz bir varlık tarafından dizayn edilmiş görünüyor." (Sir James Jeans, The Mysterious Universe, Cambridge University Press, 1932, s. 140)

Evrende Milyarlarca Yıldır Hatasız Bir Matematiksel Sistem İşlemektedir

Evrenin oluşumunu sağlayan ‘Big Bang-Büyük Patlama’nın ardında olağanüstü bir hesaplama bulunmaktadır. ‘Patlama’ kavramı, insana düzen, hesap, plan gibi kavramları çağrıştırmaz ancak Büyük Patlama’da akıllara durgunluk verecek kadar hassas bir matematiksel düzenleme bulunmaktadır. Evrenin başlangıcındaki bu muhteşem denge, ünlü Science dergisindeki bir makalede şöyle ifade edilmektedir:

"Yapılan hesaplara göre, evrenimizin başlangıçtaki gerçek yoğunluğu ile -oluşma imkanı bulunmayan- kritik yoğunluğu arasındaki fark, yüzde birin bir kuvadrilyonundan azdır. Bu, bir kalemi sivri ucu üzerinde bir milyar yıl sonra da durabilecek biçimde yerleştirmeye benzer... Üstelik evren genişledikçe, bu denge daha da hassaslaşmaktadır." (Bilim ve Teknik, sayı 201, s. 16, Science dergisinden tercüme)

Bitkiler Matematiksel Hesap Yapabilir mi?

Eğer bir bitkiyi dikkatle incelerseniz yapraklarının birbirlerini kapamayacak şekilde dizilmiş olduğunu görürsünüz. Bu düzen bitkinin güneş ışığını ve yağmur damlalarını eşit biçimde alabilmesi için çok önemlidir. Yapraklarda, çam kozalaklarında, kaktüslerde, ayçiçeklerinde ve diğer bitkilerde görülen bu spiral düzen matematikte ‘Fibonacci dizini’ ismi ile tanımlanır. Bu dizinin özelliği, dizideki her sayının kendinden önce gelen iki sayının toplamına eşit olmasıdır. Bu matematiksel sayı dizisine bitki dünyasının şifresi de denilebilir.

0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233…

Smith College’den matematikçi Chris Gole, bitkilerde genellikle zıt yönlere doğru kıvrılan iki ayrı spiral grubun bulunduğunu ve bu gruplardaki spiral sayısının çoğu zaman ardışık iki Fibonacci sayısı olduğunu belirtmiştir. Ayçiçeklerinin üzerinde tohuma dönüşen minik çiçekçikler bulunmaktadır. Bu çiçekçiklerin bir kısmı saat yönünde, bir kısmı da saat yönünün aksi istikamette çok sayıda spiral oluşturur. Her iki yöndeki spiraller sayıldığında Fibonacci sayı dizisine uygun olarak, çoğunlukla bir yöne doğru kıvrılan 55, diğer yöne doğru kıvrılan 34 spirale rastlanır. Bazı ayçiçeklerinde de, yine Fibonacci sayı dizinine uygun olarak, 89 – 55 veya 144 – 89 rakamları tespit edilir. (
Do Plants Know Math?)

Fibonacci sayıları, ağaç yapraklarının dallarının düzeninde, çiçeklerin taç yapraklarında ve tohumlarında da ortaya çıkmaktadır. Bir papatyayı, kıvırcık salata yapraklarını, ananas kozalaklarını veya soğanın katmanlarını dikkatli bir şekilde incelerseniz Fibonacci sayılarını tespit edebilirsiniz.

Ormanlardaki Matematiksel Düzen

Bir ormana uzaktan bakıldığında, ağaçların konumlarının bir düzen içerisinde olduğu ilk anda anlaşılmayabilir. Oysa kontrolsüz biçimde çoğalmış gibi görünen ağaç gruplarından oluşan ormanlarda da matematiksel bir düzen bulunmaktadır.

Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’ndan Geoffrey West bu konu hakkında şu açıklamayı yapmıştır:

"Bir ormanda yürüdüğünüzde, orman size gelişigüzel görünür; ama aslında ortalamada oldukça düzenlidir." (
Life On The Scales)

West, yakın bir geçmişte Arizona Üniversitesi'nden Brian Enquist ve Cornell Üniversitesi'nden Profesör Karl Niklas ile birlikte, yetişkin bir ormanda, aynı kütleye sahip ağaçların arasındaki ortalama uzaklığın, gövde çapları ile orantılı olduğunu keşfetmiştir.

Tesadüf İddiasını Yok Eden Mükemmellik

Ormanlarda görülen bu düzen, çeyrek-kuvvet ölçeği yasası ile açıklanmaktadır. Çeyrek-kuvvet kuramı biyolojinin en temel kurallarından biridir. Bu kuram bilim adamlarını oldukça şaşırtmaktadır; çünkü bu kanuna göre her varlığı matematiksel ölçümlerle düzenleyici bir ‘el’ olmalıdır. Geoffrey West çeyrek-kuvvet yasası ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:

"…Böyle bir durumla karşılaştığınız zaman bunun size bir şeyler anlatmaya çalıştığını fark edeceksiniz'' ... Burada önemli olan ''Bu bir şeylerin neyi anlatmaya çalıştığı?'' (
Çeyrek-kuvvet kuramı)

Geoffrey West’in sorduğu sorunun cevabı gerçekte çok açıktır.

Yeryüzüne hakim olan ihtişamlı düzen bize varlıkların tesadüfen var olmadıklarını, yaratılmış olduklarını göstermektedir. Her insan, belirli uzaklıklarla ekilmiş bir sebze tarlasına girdiğinde, mutlaka bu ekimi yapan bir çiftçinin olduğunu düşünür. Bitki tohumlarının kendiliklerinden aralarında eşit uzaklıklar kalacak şekilde toprağın üzerinde yuvarlandıklarını düşünmez. Ormanlarda ise bir tarla ile kıyaslanamayacak mükemmellikte matematiksel bir düzen vardır. Tarladaki tohumları düzenli bir biçimde eken bir insanın var olduğu düşünülüyorsa, ormandaki matematiksel düzenin de mutlaka Yaratıcısı olduğunu düşünmek gerekir. Çünkü ne ormanda ne ağaçta ne toprakta ne de tabiatta böylesine ihtişamlı bir güç ve akıl olabilir.

Evrimci bilim adamları tabiatta karşılarına çıkan bu gibi muhteşem özellikleri Allah’ın yarattığını, bunların yaratılış delili olduğunu kabul etmemek için, ‘doğa mucizesi’ gibi tanımlamalarla isimlendirmektedirler. Ancak bu ifade gerçekte tam bir mantık hezimetini ortaya koymaktadır. Çünkü ‘mucize’ kelimesi ‘doğa üstü olaylar’ anlamına gelmektedir. Dolayısıyla evrimci bilim adamları ‘doğa mucizesi’ kavramını kullanırlarken, istemeseler de Allah’ın varlığına işaret etmiş olmaktadırlar.

Çölde Bir Matematik Ustası: Kilometrelerce Adım Sayan Çöl Karıncası

Stanford Üniversitesi'nden matematik profesörü Keith Devlin, Matematik İçgüdüsü adlı kitabında, hayvanlardaki ilginç matematiksel yetenekleri anlatmaktadır. Devlin kitabı ile ilgili olarak şu bilgiyi vermiştir:

"Bu kitapta anlatmaya çalıştığım konulardan birisi matematiksel düşüncenin, insanlara ait bir düşünceden çok öte olmasıdır. Gerçekte pek çok canlının matematiksel düşünce açısından epey gelişmiş oldukları durumlar vardır... Bazı canlıların insanların gerçekleştirdiği bir şeyi yapabildiği durumlar vardır. Hayvanların bizim uyguladığımız anlamda matematiksel hesaplamayı bildiklerini söylemiyorum. Gerçekte bu canlıların düşünebildiklerini, bizim gibi şuur sahibi olduklarını, hatta sahip oldukları özelliklerin bile farkında olduklarını sanmıyorum." (
www.askascientistsf.com)

Devlin kitabında matematiksel yetenek açısından rastladığı en ilginç hayvanın Tunus çöl karıncası Cataglyphis fortis olduğunu belirtmiştir. Bu minik canlı, çölde yiyecek bulduktan sonra yuvasından çok uzaklaşmış olsa bile dolambaçlı yollara sapmadan doğruca yuvasına gidebilmektedir. Çok sıcak ortamda kimyasallar hızla buharlaştığı için bilim adamları karıncaların kendi izlerini takip edemeyeceğinden yola çıkarak, nasıl olup da bu canlıların çölde yollarını bulduklarını araştırmışlardır. Ulm Üniversitesi’nden Harald Wolf ve ekibi bu olağanüstü yön bulma işleminin ancak karıncaların adımlarını saymaları ile mümkün olabileceğini açıklamıştır. Profesör Keith Devlin bir röportajında bu canlı ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

"Bu karıncalar yollarını o kadar iyi buluyorlar ki, bunu yapabilmelerinin tek yolu adımlarının hesabının tutulmasıdır… İnsanlar yön bulmayı biliyorlar ancak bu bilgiye sahip olabilmek için zaman sayımı, hız belirleme, yön tayini, açı ölçüsü gibi hesaplamaları tam doğru olarak yapmaları gerekmektedir. İnsanlar bu hesaplamaları ölçüm aletleriyle ve trigonometri kanunlarını bilerek yapmaktadırlar. Ancak bu küçük canlılar ise doğrudan yön buluyorlar. Yön bulmak için algılarını kullanmıyorlar, başka herhangi bir yön belirten yöntem kullanmıyorlar çünkü hepsi ilerledikleri zaman yönü ve uzaklığı hatırlıyorlar. Occam’ın Usturası prensibini uygulayarak bu duruma bakarsanız, en basit açıklamanız ne olur? Esasında tek bir açıklamanız olabilir: Bu küçük canlılar kendi koşulları içerisinde trigonometri uygulayarak mesafeleri ve açıları tam olarak ölçebilmektedirler." (
www.askascientistsf.com)

Karıncaların başardıkları işin zorluğunun ve öneminin tam olarak anlaşılması için öncelikle trigonometrinin ne olduğunu kısaca açıklanması gerekmektedir.

Trigonometri Bilimi ve Evrime Meydan Okuyan Karıncalar

‘Trigonometri’, üçgenlerin açıları ile kenarları arasındaki bağlantıları konu edinen matematik dalıdır. Düzlemsel trigonometride, iki boyutlu düzlemde üç noktayı doğru parçalarıyla ikişer ikişer birleştirerek oluşturulan düzlemsel üçgenler söz konusudur. Küresel trigonometride ise, üç boyutlu kürenin iki boyutlu olan yüzeyinde uç noktayı büyük çember yaylarıyla ikişer ikişer birleştirerek oluşturulan küresel üçgenler söz konusudur.

Bir karıncanın yukarıda özetlenen trigonometri kurallarını bilemeyeceği çok açıktır. Ancak evrimci bilim adamları bilimsel düşünce üzerinden değil masalsı senaryolar üzerinden mantık yürütürler. Bu nedenle evrim teorisinin iddialarını savunmakla aslında bir karıncanın trigonometri uygulayarak yön bulmasını makul karşılıyor durumuna düşmektedirler. Trigonometriye ait temel bilgiler ilk olarak 8. ile 16. yüzyıl Türk–İslam Dünyası matematikçileri tarafından ortaya konulmuştur. Oysa karıncalar, ilk yaratıldıkları andan itibaren, yani 125 milyon yıldır yönlerini hiç yanılmadan bulmaktadırlar. Karıncada beyin işlevi gören bir sinir topluluğu vardır. Böyle bir canlının matematik profesörlerinin yaptığı işlemleri yaptığını kabul etmek tamamen akıl dışıdır. Karıncaya neler yapması gerektiği öğretilmektedir yani bu canlı Allah’ın ilhamı ile yönünü bulmaktadır. Allah her canlıyı denetiminde tutan üstün güç sahibi Yaratıcımızdır. Bir ayette bu gerçek şöyle bildirilmektedir:

"... O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)

Bilim Adamları Evrendeki Matematiksel Estetiği Keşfediyorlar

Aralarında Einstein, Eugene Wigner ve James Jeans’in de bulunduğu birçok önemli fizikçi matematiğin evreni tanımlamada çok önemli olduğunu söylemektedirler. Old Dominion Üniversitesi'nden matematik profesörü John A. Adam da Doğadaki Matematik adlı kitabında gökkuşaklarından nehir kıvrımlarına kadar doğadaki birçok olgunun matematiksel olarak ifade edilebileceğini belirtmektedir. Profesör Ian Stewart ise doğadaki güzelliğin sayılarla ilişkisine dikkat çekmiş ve güzellik anlayışımızın matematikle doğrudan bağlantılı olduğunu açıklamıştır. Bristol Üniversitesi'nden araştırmacılar gökyüzünde algılayamadığımız polarize ışık motiflerini açıklayan bir matematik formülü bulduklarında Oxford Üniversitesi'nden Marcus du Sautoy'un şu sözlerine işaret etmişlerdir:

"Estetik ve güzellik anlayışına sahip olmak bilim insanı olmanın önemli bir parçası… Doğada değişmez bir güzellik geçerlidir. Bundan dolayı estetik gözü olan bilim insanları genelde doğanın işleyişini keşfetmek için daha donanımlı olurlar. Bir tane bile olsa karmaşık, güzel olmayan bir sonuca rastlamadık… Doğanın özünde çok fazla güzellik olması, bilim adamlarında uzmanlık alanlarında çalışırken hayret ve heyecan duyguları oluşturuyor." (
Fingerprints In The Sky Explained By 'Beautiful Mathematics')

Bilim adamlarının hayret ve heyecan duydukları bütün bu güzelliklerin tesadüfen ortaya çıkamayacağı açıktır, tümünü yaratan Allah’tır. Rabbimiz’in yaratmasındaki mükemmellik ayetlerde şöyle tarif edilmektedir:

“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.” (Haşr Suresi, 24)

“O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk Suresi, 3–4)

Çizimi ve renk uyumu ile mükemmel güzellikte olan bir tablonun tesadüfler sonucu oluştuğunu hiç kimse iddia edemez. Tablo, sanatsal bir eser olarak nitelendirilir ve ressamın kim olduğu sorulur. Evrimci bilim adamlarının doğadaki güzellikler karşısındaki önyargılı tutumları ise akıl dışıdır. Doğadaki düzenin tesadüflerle ya da evrimin mekanizmalarıyla ortaya çıktığını iddia eden Darwinistler aslında bir tabloyu tesadüflerin eseri olarak nitelendiren bir kişiyle aynı mantık hezimeti içindedirler. Hatta bu mantıksızlığı daha da ileri götürmekte ve resmin kendi kendine hava, toprak, su, ateş gibi etkenlerle oluştuğunu iddia etmektedirler.

Evrimci bilim adamlarının aciliyetli olarak yapmaları gereken, hatalarından vazgeçerek, bilimin bütün dallarının işaret ettiği Yaratılış Gerçeğini görmezden gelmekten vazgeçmektir.

Mucizeleri Görmek

Evrenin, bir kalemin sivri ucu üzerinde bir milyar yıl kalabilecek hassaslığa benzer bir oranda yaratılmış olması, tüm bitkilerin Fibonacci dizini ile mükemmel bir matematiksel şifreye sahip olmaları, doğal ortamlarında gelişen ormanlardaki ağaçların planlı biçimde ekimi yapılmış gibi mükemmel bir düzene sahip olmaları, çöl karıncasının matematiksel hesaplama gerektiren yön bulma özelliği... Bunların hepsi Allah’ın insanların iman etmeleri için yarattığı harikalardır. Düşünüp, aklını kullanabilen insanlardan olmak çok önemlidir. Aklını kullanmayan kişiler etraflarındaki mucizevi olaylara ve varlıklara alışkanlık gözü ile bakarlar. Ülfet, insanların çevrelerindeki kusursuz detayları, mucizeleri, güzellikleri ve bunların Yüce Allah’ın eşsiz ilmi ve sanatı olduğunu kavramalarını engelleyen bir perde gibidir. Bediüzzaman Said Nursi ülfetin Allah’ın yarattığı mucizelerin görülmesini engelleyeceğini şöyle bildirmiştir:

"Ülfet ve adat (adetler) ve yeknesaklık (monoton) perdeleri altında harika hakikatler gizlenir. Şu kainatı idare eden Zat (Allah), her şeyi nizam ve mizan (düzen ve denge) içinde muhafaza ediyor. Nizam ve mizan ise; ilim ile hikmet ve irade ile kudretin tezahürüdür (ortaya çıkmasıdır). Her şeyin sanatında nihayet derecede (en üst derecede) intizam (uyum) bulunması gösterir ki; nihayetsiz (sınırsız) bir hikmet ile iş görülüyor." (Sözler 1, sf: 77)

Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi yaşamın her anına hakim olan düzen ve kusursuzlukta büyük bir sanat ve hikmet vardır. Ancak bunu yalnızca iman edenler, Allah'a içten yönelenler ve olaylara hikmet gözü ile bakabilenler gereği gibi takdir edebilmektedirler. Böyle bir kişi, baktığı herşeyi Allah'ın yarattığı bir nimet olarak gördüğünden, üzerinde ülfet ve dolayısıyla da gaflet perdesi oluşmamaktadır. Yaratılış mucizelerinin her birine karşı bitmek tükenmek bilmeyen bir heyecan ve coşku duymaktadır. Bu da Allah’a olan sevginin ve Rabbimiz’e duyulan saygı dolu korkunun artmasına ve -Allah’ın izni ile- dünya ve ahirette sonsuz mutluluk yaşanmasına vesile olacaktır.

“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (Bakara Suresi, 164)

Discovery Channel Bilimsel Bulgulara Rağmen Bir Evrim Yanılgısını Sürdürüyor

Neandertal Adamı Gerçek Bir İnsandır

Discovery Channel Türkiye kanalında geçtiğimiz günlerde “The Fate of The Neanderthal Man” (Neandertal Adamı’nın Kaderi) isimli bir belgesel film yayınlandı. Neandertal adamından film boyunca bir tür maymun-adam olarak bahsedilerek evrim propagandası yapıldı. Yüz hatları özel makyajlarla kabalaştırılmış konu mankenleriyle gerçekleştirilmiş özel çekimlerin yanısıra evrimci bilim adamlarının spekülasyonlarına yer verildi.

Oysa son yıllarda gerçekleştirilen araştırmalar Neandertallerin gerçek birer insan olduğu yönünde kesin bulgular ortaya koymaktadır. Discovery Channel gibi evrimci yayın kuruluşları ise bu bulguları gözardı ederek, 150 yıl önce oluşturulan “İlkel Neandertal Adamı” imajını sürdürmeyi benimsemektedir.

Neandertallerin ilkel bir tür olduğu fikri, propaganda amacıyla sürdürülen bir evrim aldatmacasıdır. Neandertaller, soyu tükenmiş veya asimile olmuş bir insan ırkıdır.

Neandertal Adamının Hikayesi

Neandertal Adamı 1856 yılında Almanya’nın Düsseldorf kenti yakınlarındaki Neander vadisinde bulunan fosillerle bilim literatürüne girdi. Kafatası ve bedenindeki kemiklerde bulunan kıvrımlar, fosillerin evrimciler tarafından ılkel bir tür olarak değerlendirilmesine yol açtı.

1908 yılında bu kez Fransa’nın La Chapelle-aux-Saints bölgesinde Neandertal adamına ait olduğu belirtilen, neredeyse eksiksiz bir iskelet bulundu. Kemikler dönemin ünlü paleontolog ve jeoloğu Marcellin Boule tarafından birleştirildi.

Bu birleştirme sonucunda ortaya çıkan Neandertal adamı eğik bir duruşa, öne çıkık bir kafaya sahipti. Ayrıca bacakları da eklem yerlerinde kilitli kalıyor, tam düz bir duruş sağlayamıyordu.

Bu maymunsu görünümü, Neandertali insanların zihinlerinde ilkel bir canlı olarak yerleştirdi. Resimlerde ilkel maymun adamlar olarak gösterildiler.

Neandertal hakkındaki bu yanlış kanı 100 yıl kadar sürdü. 1950'li yıllarda La Chapelle iskeleti üzerinde yapılan analizler, iskeletin sahibi olan Neandertal adamında bir tür eklem iltihabı bulunduğunu saptadı. Gerçekte sağlıklı bireyler normal bir insan gibi dik yürüyebiliyordu.

1985 yılında aynı iskelet bu kez Erik Trinkhaus isimli antropolog tarafından incelendi. Bu inceleme Neandertallerin dik yürüyebildiğini doğrulamanın yanı sıra o zamana dek gizli kalmış bir gerçeği de ortaya çıkarıyordu: Marcellin Boule Neandertal'i kasıtlı olarak eğik göstermişti . (Trinkhaus, Erik (1985) Pathology and the posture of the La Chappelle-aux-Saints Neanderthal. American Journal of Physical Anthropology Vol.) 1950li yıllarda saptanan eklem rahatsızlığı dik yürümesine engel değildi. Anlaşılan bir evrimci olan Boule, Neandertalin gerçek bir insan gibi dik yürüdüğünü kabullenmek istememişti.

Öte yandan Neandertallerin kafatası hacminin büyüklüğü de evrimcileri bu konuda çelişkili bir duruma soktu. Bunun nedeni şu: Neandertallerin kafatası hacmi 1700 cc civarındadır ve bu rakam günümüz insanınkinden 200 cc daha büyüktür. Homo sapiens'ten büyük kafatasına sahip olan Neandertallerin evrimsel yönden sözde "ilkel" bir tür olması, teori adına büyük bir tezattır. Bu çelişki şöyle ortaya çıkmaktadır:

İnsanı şempanzeyle kıyaslayan bilim adamları açısından büyük beyne sahip olmak evrimsel bir avantaj olarak görülür. Ancak Homo sapiens'ten büyük hacme sahip Neandertal, evrimcilere göre elenen ve "ilkel" sayılan tür olmuştur. Ortaya çıkan soru şudur: Eğer büyük beyin gerçekten evrimle ortaya çıkmış ve üstünlük sağlayan bir avantajsa, niçin Neandertaller elenen tür olmuştur?

Discovery Channel'da bu soru “doğanın Neandertal beynine yatırım yaptığı” gibi tamamen yüzeysel ve hiç bir anlam taşımayan bir ifadeyle geçiştirilmiştir.

Doğaya hayali bir yaratıcılık gücü atfeden bu gibi izahlar, evrim teorisinin aslında materyalist ve natüralist felsefenin bir uzantısı olduğunu bir kez daha göstermektedir.

Discovery Channel, Neandertal Kültürünün Gerçek Seviyesini Yansıtmıyor

Discovery Channel'da yayınlanan programda, Neandertal Adamının kültür seviyesi açısından geri kaldığı da iddia ediliyordu. Sapiens’in teknoloji ve kültürel seviyesine yetişememesinin rol oynadığı ileri sürülüyordu. Buna karşın bir kısım antropolog Neandertallerin Homo sapienslerle karışarak günümüze ulaştığını iddia etmektedir.

Durum her ne olursa olsun, Neandertallerin kültürel yönden "ilkel" bir ırk oldukları iddiası yanlıştır. Yakın bir zamanda elde edilen bulgular Neandertallerin kültür açısından zengin bir hayat sürdüklerini ortaya koymaktadır.

Bunlardan ilki 1971 yılında Irak’ta bulundu. Bir mağarada çok sayıda Neandertal ölüsüne rastlanmış, bunların özel olarak gömüldüğü anlaşılmıştı. Üstelik mezarlarda bol miktarlarda polene rastlanması ölülerin çiçeklerle birlikte gömüldüğünü ortaya koyuyordu. Böyle bir tören yapıyor olmaları Neandertallerin kültürlü ve zeki olduklarına dair ilk önemli kanıtlardan biriydi. 1998 yılı itibariyle 83 ayrı noktada ortaya çıkarılmış 345 Neandertal adamının 183’ünün. yani %53’ünün özel olarak gömüldüğü saptanmıştır.

Mezar kültürüne sahip Neandertaller konuşma yeteneğine de sahiplerdi. Uzun yıllar Neandertal anatomisini inceleyen Trinkhaus şu yorumu yapmıştı:

”Neandertal kalıntıları ve modern insan kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar göstermektedir ki, Neandertaller'in anatomisinde, ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde modern insanlardan aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.”

Devam eden arkeolojik kazılar Neandertal kültürünün sanılandan daha da ileri olduğunu ortaya koydu. 1996 yılında Neandertallere ait birçok takı bulundu. Bunlar arasında 4 notayı çalabilen ve kemikten yapılmış bir flüt de bulunuyordu. New York Üniversitesi arkeologlarından Randall White,

”Bu tür kanıtların giderek artan sayısıyla birlikte Neandertallerin bize giderek daha fazla benzedikleri ortaya çıkıyor” yorumunu yapıyordu.

Discovery Channel ise flüt ve mezar bulgularını konu etti ancak yine de evrim propagandasından vazgeçmedi. Belgesel boyunca Neandertaller ve Homo sapiensler kıyaslandı, Neandertallerin konuşma yeteneğine sahip olmadığı, üstün Homo sapiensler karşısında elimine oldukları iddia edildi.

Discovery Channel'da dile getirilen bu iddiaların hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı bilinmelidir. Görüldüğü gibi, ortada Neandertal insanlarının "ilkel bir tür" olduğunu gösteren herhangi bir bulgu yoktur. Aksine bulgular, Neandertallerin bizler gibi bir zekaya ve konuşma yeteneğine sahip, kültür üreten bir insan ırkı olduğunu göstermektedir. Discovery Channel'ın ve benzeri popüler evrimci yayınların bu konudaki sansasyonel yayınları, bilimsel gerçeklerden uzak veya onları çarpıtan birer Darwinist propagandadan başka bir şey değildir.

Dev Nükleer Reaktör: Güneş

Güneş, dev bir nükleer reaktördür. Güneş'in içinde sürekli olarak hidrojen atomları helyuma dönüştürülür ve bu işlemler neticesinde ısı ve ışık açığa çıkar. Güneş'teki bu nükleer reaksiyon, insan hayatı için zorunludur. Dünya'ya ulaşan ısı ve ışığın açığa çıkması içinse, dört hidrojenin birleşip bir hidrojene dönüşmesi gerekir.

Güneş’teki Enerji Nasıl Açığa Çıkıyor?

Çekirdeğinde sadece tek bir proton yer alan hidrojen, evrendeki en basit elementtir. Helyumun çekirdeğinde ise, iki proton ve iki nötron bulunur. Güneş'te gerçekleşen işlem, dört hidrojenin birleşmesiyle bir helyum elementinin oluşmasıdır. Bu işlem sırasında çok büyük bir enerji açığa çıkar. Dünya'ya gelen ısı ve ışık enerjisinin neredeyse tamamı, Güneş'in içindeki bu nükleer reaksiyonla oluşmaktadır.

Ancak, dört hidrojen atomunun biraraya gelip bir anda helyuma dönüşmesi mümkün değildir. Bunun için, iki aşamalı bir işlem gerçekleşir. Önce iki hidrojen birleşir ve bir proton ve bir nötrona sahip bir "ara formül" meydana gelir. Bu ara formüle "dötron" adı verilir. Sonra da iki dötronun birleşmesiyle bir helyum çekirdeği oluşur.

İki Ayrı Atom Çekirdeğini Birbirine Yapıştıran Kuvvet Nedir?

Bu kuvvete "güçlü nükleer kuvvet" denir. Güçlü nükleer kuvvet;

  • Evrendeki en büyük nükleer kuvvettir.

  • Yerçekiminden milyar kere milyar kere milyar kere milyar kat daha güçlüdür. Bu güç sayesinde iki hidrojen çekirdeği birbirine yapışabilmektedir.

Ancak araştırmalar göstermiştir ki, güçlü nükleer kuvvet, bu işi yapmak için tam gereken miktardadır. Güçlü nükleer kuvvet, eğer şu anda sahip olduğu değerinden biraz bile daha zayıf olsaydı, iki hidrojen çekirdeği birleşemezdi. Yan yana gelen iki proton, hemen birbirlerini iter, böylece Güneş'teki nükleer reaksiyon başlamadan biterdi. Yani Güneş hiç var olmazdı. Ünlü bilim adamı George Greenstein, bu gerçeği "Eğer güçlü nükleer kuvvet birazcık bile daha zayıf olsaydı, o zaman Dünya'nın ışığı hiçbir zaman yanmayacaktı" diye açıklar.

Dengeli Reaksiyonun Sırrı

Acaba güçlü nükleer kuvvet birazcık daha güçlü olsa ne olurdu? O zaman da bir proton ve bir nötrondan oluşan dötron değil, iki protonlu di-proton meydana gelirdi. Ve bu durumda Güneş'in yakıtı aniden çok çok etkili bir yakıt haline gelirdi. Bu öyle bir yakıt olurdu ki, Güneş ve ona benzer diğer tüm yıldızlar, birkaç saniye içinde havaya uçardı. Güneş'in havaya uçması ise, birkaç dakika sonra tüm Dünya'yı ve üzerindeki tüm canlıları alevlere boğar birkaç saniye içinde kömür haline gelirdi. Ama Yüce Yaratıcımız olan Allah'ın rahmeti sayesinde güçlü nükleer kuvvetin gücü, tam olması gereken düzeydedir ve Güneş dengeli bir reaksiyon gerçekleştirir yani "yavaş yavaş" yanar.

Güneş’i Aydınlık Kılan Yüce Rabbimiz’dir

Tüm bunlar, güçlü nükleer kuvvetin gücünün, tam insan yaşamına imkan verecek biçimde ayarlanmış olduğunu göstermektedir. Eğer bu ayarlamada bir sapma olsaydı, Güneş gibi yıldızlar ya hiç var olmazlar, ya da oluştukları andan çok kısa bir süre sonra korkunç birer patlamayla yok olurlardı. Allah, Güneş'i insanın yaşamı için özel bir şekilde yaratmıştır ve bunu Kuran'daki "Güneş ve Ay, belli bir hesap iledir"(Rahman Suresi, 5) ayetiyle bizlere bildirmiştir.

Tüm evreni yoktan var edip, sonra da onu dilediği biçimde düzenleyen tek güç alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Allah, gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratmış sonra da ona belli bir düzen vermiştir. Evrendeki cisimlerin mucizevi dengeler sayesinde kararlı bir şekilde durmaları, Allah'ın yaratışındaki kusursuzluğu gösteren delillerden sadece biridir. Yüce Allah'ın buyurduğu gibi, "Göğün ve yerin O'nun emriyle durması da, O'nun ayetlerindendir." (Rum Suresi, 25)

İnsan hayatının devamlılığı için temel kaynak olan Güneş’te oluşan reaksiyonlarda büyük bir enerji açığa çıkar. Bu enerji, nasıl olur da Güneş’in kendisine zarar vermez? Güneş’te meydana gelen reaksiyonlarda en ufak bir sapma olsaydı, Güneş ve Dünya bundan nasıl etkilenirdi?

Devasa Ateş Topu

Güneş’ten kopmuş, kocaman bir ateş topu. 60.000 derece sıcaklıkta, iyonize edilmiş gaz parçacıklarıyla doludur.

"Güneşi bir aydınlık, ayı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tesbit eden O'dur. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklamaktadır." (Yunus Suresi, 5)

Uzayda Neler Oluyor?

Her 11 yılda bir Güneş’teki aktivite zirveye varır. Solar maksimum diye anılan bu dönemde Güneş Dünya’ya yüksek enerjili parçacıklar ve radyasyon yağdırır.

8 dakikada olanlar Işık hızında ilerleyen ultraviyole ve X ışınları radyo iletilerini engelleyebilir...

30 dakikada olanlar Yüksek enerji yüklü parçacıklar Dünya’ya ulaşır, bunlar uyduların ve çok yüksekten uçan jetlerin güvenliğini tehdit edebilir.

48 – 96 saat arasında olanlar Dünya’nın manyetik alanı solar parçacık yığınları tarafından sarsılır, güç şebekeleri bundan zarar görebilir.

Manyetosfer, Dünya’nın manyetik alanı tarafından işgal edilen uzay bölgesi. Genellikle Güneş yönünde dışarı doğru 64 bin kilometreye kadar yayılır ama şiddetli Güneş fırtınaları manyetosferi 42 bin kilometre kalacak kadar daraltır. (TIME, 2000 Şubat)

"Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir." (Araf Suresi, 54)

Güneş Sistemi’ndeki Muazzam Denge

Güneş'i ve Güneş Sistemi'nin yapısını incelediğimizde, büyük bir denge ile karşılaşırız. Gezegenleri dondurucu soğukluktaki uzaya savrulmaktan koruyan etki, Güneş'in "çekim gücü" ile gezegenin "merkez-kaç kuvveti" arasındaki dengede saklıdır. Güneş büyük çekim gücü ile tüm gezegenleri çeker, gezegenlerin dönmesinden kaynaklanan merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimin etkisi azalır ve muhteşem bir denge oluşur. Eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş'e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı. Ama bunların hiçbiri olmaz ve tüm gezegenler kendi yörüngelerinde yol alırlar. Çünkü Allah'ın ayette bildirdiği üzere, "Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler." (Yasin suresi, 40)

Uydular
Enerji yüklü solar parçacıklar Dünya’nın çevresindeki 600 uydunun elektronik parçalarını yakıp uyduları kullnaılmaz hale getirebilir.

Uçaklar
Güneş’ten gelen fırtına jet uçaklarını düşürebilir.

Güneş Şebekeleri
Güneş’ten gelen fırtınanın sarstığı manyetik alan, güç hatlarında büyük elektrik dalgaları yaratabilir, trafoları kullanılmaz hale getirebilir.

Boru Hatları
Gaz ve petrol boru hatlarında oluşan elektrik akımı, topraklanmış noktalarda sızma yapar.

Radyo İletileri
Uydular ile yerdeki kontrol noktaları arasındaki iletişim kesilebilir.

Uzay Mekikleri
Yoğun solar radyasyon atmosferi ısıtıp genişletebilir, uyduların yörüngesini bozabilir.

Bilim ve Materyalizmi Birbirinden Ayırmak

Günümüz bilimi ışığında elde ettiğimiz bilgiler, bizlere evrim teorisinin hiçbir bilimsel dayanağı olmadığını, aksine evrimin iddialarının bilimsel bulgularla açıkça çatıştığını göstermektedir. Yani evrimi ayakta tutan güç, bilim değildir. Evrim bazı "bilim adamları" tarafından savunuluyor olabilir, ama temelinde "başka bir amaç" vardır.

Evrim teorisini ayakta tutan gerçek etken materyalist felsefedir. Evrim teorisi, materyalist felsefenin doğaya uyarlanmış halidir ve bilimle çelişmesine rağmen savunulmaktadır.

Evrim teorisi ile materyalizm arasındaki bu ilişki, bu kavramların "otorite"leri tarafından da kabul edilir. Leon Trotsky, "Darwin'in buluşu, tüm organik madde alanında diyalektiğin (diyalektik materyalizmin) en büyük zaferi oldu" yorumunu yapmıştır. (Alan Woods, Ted Grant. "Marxism and Darwinism", Reason in Revolt: Marxism and Modern Science, London: 1993) Evrimci biyolog Douglas Futuyma, "Marx'ın insanlık tarihini açıklayan materyalist teorisi ile birlikte, Darwin'in evrim teorisi materyalizm zemininde büyük bir aşamaydı" diye yazar. (Douglas Futuyma, Evolutionary Biology, 2.b., Sunderland, MA: Sinauer, s. 3)

Evrimci paleontolog Stephen J. Gould ise, "Darwin doğayı yorumlarken çok tutarlı bir materyalist felsefeyi uyguladı" demektedir. (Alan Woods, Ted Grant, "Marxism and Darwinism", Reason in Revolt: Marxism and Modern Science)

Bilimsel Yöntemle Araştırmak

Peki ama materyalizmin bu yaklaşımı doğru mudur? Bir felsefenin doğruluğunu ya da yanlışlığını test etmenin bir yöntemi, o felsefenin bilimi ilgilendiren iddialarını “bilimsel yöntemle araştırmak”tır. Örneğin 10. yüzyılda bir felsefeci ortaya çıkıp, Ay'ın yüzeyinde büyülü bir ağaç olduğunu, tüm canlıların aslında o dev ağacın dallarında meyve gibi yetiştiklerini ve oradan dünyaya düştüklerini öne sürebilirdi. Bazı insanlar da bu felsefeyi cazip bulabilir ve bunu benimseyebilirlerdi. 20. yüzyılda Ay'a gidildikten sonra bu tür bir felsefe öne sürmenin imkanı kalmamış oldu, çünkü orada öyle bir ağaç olup olmadığı bilimsel yöntemle, yani gözlem ve deneyle anlaşılabilir hale geldi. (Harun Yahya, Evrim Aldatmacası)

Materyalizmin iddiasını da aynı bilimsel yöntemle sorgulayabiliriz. Maddenin sonsuzdan beri var olup olmadığını, maddenin madde üstü bir Yaratıcı olmadan kendisini düzenleyip düzenleyemeyeceğini ve canlılığı ortaya çıkarıp çıkaramayacağını araştırabiliriz. Bunu yaptığımızda ise materyalizmin aslında çökmüş olduğunu görürüz. Çünkü maddenin sonsuzdan beri var olduğu düşüncesi, evrenin yoktan var edildiğini ispatlayan Big Bang teorisi ile yıkılmıştır. Maddenin kendisini düzenlediği ve canlılığı ortaya çıkardığı iddiası ise "evrim teorisi" denilen iddiadır ve 20. yüzyıl biliminin ortaya koyduğu deliller vasıtasıyla o da çökmüştür.

Önce Materyalist Sonra Bilim Adamı

Eğer insan materyalizme inanmakta kararlıysa, materyalist felsefeye olan bağlılığını herşeyin önünde tutuyorsa, o zaman deneylerin ve gözlemlerin verdiği sonucu kabul etmez. Eğer "önce materyalist, sonra bilim adamı" ise, evrimin bilim tarafından yalanlandığını gördüğünde materyalizmi terk etmez. Aksine, evrimi ne olursa olsun bir şekilde desteklemeye çalışarak materyalizmi kurtarmaya, ayakta tutmaya çalışır. Bugün evrim teorisini savunan bilim adamlarının durumu tam olarak budur.

İlginçtir, bunu bazen kendileri de itiraf etmektedirler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim adamı" olduğunu şöyle itiraf etmektedir: "Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz." (Richard Lewontin, “The Demon-Haunted Word”, The New York Rewiev Books, 9 Ocak 1997, s.28)

Lewontin'in kullandığı "a priori" terimi oldukça önemlidir. Bu felsefi terim, hiçbir deneysel bilgiye dayanmayan bir ön varsayımı ifade eder. Bir düşüncenin doğruluğuna dair bir bilgi yok iken, onu doğru varsayar ve öyle kabul ederseniz, bu "a priori" bir düşüncedir. Evrimci Lewontin'in açık sözle ifade ettiği gibi, materyalizm de evrimciler için "a priori" bir kabuldür ve bilimi bu kabule uydurmaya çalışmaktadırlar. Materyalizm bir Yaratıcı'nın varlığını kesin olarak reddetmeyi zorunlu kıldığı için de, ellerindeki tek alternatif olan evrim teorisine sarılmaktadırlar. Evrim bilimsel veriler tarafından ne kadar yalanlanırsa yalanlansın fark etmez; söz konusu bilim adamları onu bir kere "a priori doğru" olarak kabul etmişlerdir.

Ön Yargılı Bağlılık

Bu önyargılı tutum, evrimcileri "bilinçsiz maddenin kendi kendini düzenlediğine inanmak" gibi bilime ve akla aykırı bir inanışa götürür. Materyalistlerin ve evrimcilerin bağlılıkla savunduğu "maddenin öz-örgütlemesi" kavramı da, bunun açık bir ifadesidir. Robert Shapiro'nun kabul ettiği gibi, "maddenin kendini örgütlemesi... hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemiş ya da varlığı gösterilememiştir. Böyle bir prensibin varlığına, diyalektik materyalizme bağlılık uğruna inanılır." (R.S. Origins: Asceptics Guide to the Creation of life on Earth, New York 1986, s.175)

İşte dünya çapındaki evrimci propagandanın temelinde bu materyalist dogma yatar. Batı'nın önde gelen medya organlarında, ünlü ve "saygın" bilim dergilerinde sürekli karşılaştığınız evrim propagandası, bu tür ideolojik ve felsefi zorunlulukların bir sonucudur. Evrim, ideolojik açıdan vazgeçilemez bulunduğu için, bilimin standartlarını belirleyen materyalist çevreler tarafından tartışılmaz bir tabu haline getirilmiştir. Diğer bilim adamları ise, kendi kariyerlerinin devamı için, bu zoraki teoriyi savunmak, ya da en azından aykırı bir ses çıkarmamak durumundadırlar. Batılı ülkelerdeki akademisyenler, "doçent", "profesör" gibi ünvanlara ulaşmak ve bunları korumak için her yıl belirli bilim dergilerinde makale yayınlatmak zorundadırlar. Biyoloji ile ilgilenen söz konusu dergilerin tümü de materyalist evrimcilerin kontrolündedir. Dolayısıyla her biyolog, bu egemen inanca bağlı kalarak çalışma yapmak zorundadır. Ancak materyalistler evrimi ne kadar kabul ettirmeye çalışsalar da başarısız olacaklardır. Çünkü üstün güç sahibi Yaratıcımız olan Allah’ın varlığının apaçık delilleri tüm evreni sarıp kuşatmıştır.

Allah bir Kuran ayetinde şöyle vadetmiştir: "Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size." (Enbiya Suresi, 18)